MISRADAN TEFEKKÜRE

A -
A +
Çukurova çocuğu Karacaoğlan, o dupduru Türkçesiyle ünlediği "İndim Seyran Ettim Frengistan'ı" adlı hârikulâde şiirinde dörtlüklerin son mısraları şöyledir:
"Gülleri var bizim güle benzemez", "Dilleri var bizim dile benzemez", "Beğleri var bizim beğe benzemez", "İlleri var bizim ile benzemez"...
Karacaoğlan'ın "Frengistan" dediği, babalarımızın "garp" dediği, bizim "batı" dediğimiz dünyadır. Şair, tek tek saymış; onların gülleri, dilleri, beğleri, illeri bizimkilere benzemiyor.
Biz, 17. Asırda şairimizin devrinde yaşasaydık veya O, 21. Asırda bizim devrimizde yaşamış olsaydı sorardık. "Bre Karac'oğlan, hak söylersin lâkin de bakalım o zaman benzer tarafımız ne kaldı?" Şüphesiz ki  "hiç bir şey" derdi
Tanzimat öncesi şair, müellif, mütefekkir, seyyah ve ozanların Frenklerle alakalı yazıp söyledikleri erbabınca malumdur. Onları bugün burada nakletmekte  zorlanmaktayız. Tanzimat öncesi, yani ortalama bir buçuk asır evvelki Türk münevverinde  duruş şahsiyetlidir. O münevver, sırtını imân kayasına dayamıştır. Yerlidir, millîdir, kendisidir. Daha sonra devlet tökezledikçe dışarıya tahsile giden bir çok talebe, sadece yabancı hayranı olarak dönmemiş aynı zamanda onların gönüllü propandisti, hatta ajanı olmuştur.
Bugün alışveriş yapılan AVM, o AVM'deki mağaza, konuşulan Türkçe, satılan eşya, çalınan müzik, bütünüyle bu dediklerimizin isbatıdır. Hatta belki şunu da sormak gerek. Yabancı futbolcunun attığı golle coşmak, ne kadar isabetlidir?
1-2 Asırdır, bu ülke insanı, yani Orta Doğulu daha şümullü bir ifadeyle İslam coğrafyalılar, kendi kendisiyle yabancılar arasında kaldı.  Hayır;  bunlar, halk değil. Karacaoğlan'ları, Şeyh Galipleri, Yahya Kemalleri, Mimar Sinanları, Ahmed Cevdet Paşaları takip edenler değil, Frenklerin vahşi kapitalizmiyle vahşi komünizmi arasında yönünü kaybetmişler. Bunlar; kendisi kalmakla yabancı olmak arasında salınan melez aydınlardır.
Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam- işaret buyurdukları ölçü üzre "Hikmet, müminin kaybıdır, nerede bulursa alır". Son iki asırda yaşanansa kaybı evine getirmek değil, rekabetçi tavır değil, hayranlık, misilsiz benzeme ve kendinden çıkıp başkası olma tercihidir.
Fransızcanın revaçta olduğu zamanda bu dili öğrenen âdeta Fransızlaştı. İngilizce öğrenen de bir müddet evveline kadar aynı yozlaşmadaydı. Bu resmettiğimiz keyfiyet, sadece kişiler için değil, kurumlar için de elhak doğrudur. Hâlâ üstelik de resmî ve üstelik de çok mühim mevkideki bazı kurumlarımız ne kadar millîdir?
Türkiye'nin derin problemi aydınını yerlileştirmektir.
Mürekkep yalamışımız, doğru bakabilme melekesi kazanırsa bir yabancı devletteki seçimi de doğru okuyabilir. Bir başka devlet ve onların devlet adamları bize hizmetle mükellef değildir. Biz kendimiz olarak, kendimiz kalarak dünya ile rekabet edecek donanıma kavuşmakla  mükellefiz...
Elbette ki gülümüz kendi kokusuyla, dilimiz kendi Türkçemizle, dinimiz has hâliyle, ilimiz aidiyet dokusuyla  kalmalı, beğimiz de "insanı yaşat ki devlet yaşasın" ahlâkının takipçisi olmalıdır...
 
              İNDİM SEYRAN ETTİM FRENGİSTAN'I
  
İndim, seyran ettim Firengistan'ı/ İlleri var, bizim ile benzemez.
Levin tutmuş goncaları açılmış/ Gülleri var, bizim güle benzemez.
 
Göllerinde kuğuları yüzüşür/ Meşesinde sığınları böğrüşür,
Güzelleri şarkı söyler, çığrışır/ Dilleri var, bizim dile benzemez.
 
Gelip seyrederler Karadeniz'i/ Kanları yok, sarı sarı benizi.
Övün etmiş kara etli domuzu/ Dinleri var, bizim dine benzemez.
 
Akılları yoktur, küfre uyarlar/ İmanları yoktur, cana kıyarlar,
Başlarına siyah şapka giyerler/ Beğleri var, bizim beğe benzemez.
 
Karac'oğlan der ki dosta darılmaz/ Hasta oldum, hatırcığım sorulmaz.
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz/ İlleri var, bizim ile benzemez.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.