ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ GAYRI MEŞRÛ SAYMAK HANGİ ADALET ÖLÇÜSÜNE SIĞAR?

A -
A +

Sn. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünün son noktası 9 Temmuz’da Maltepe’de yapılan miting oldu. Müessif bir hâdisenin meydana gelmemesi memnuniyet vericidir. Vaki yürüyüş ve devamında yapılan yüksek iştirakli toplantı, aynı zamanda Türkiye’yi karalamak için ortaya atılan diktatör rejimi ve hürriyet olmadığı gibi iddialara karşı yapılmış bir yalanlama da oldu.
CHP genel başkanının konuşmasını “nutuk kısmı” ve “yazılı metin” diye ikiye ayırmak mümkün. Birinci kısım, konuşmanın siyaset tarafıdır. Burada doğrudan ve bütünüyle muhafazakâr vatandaşlar hedef alınmıştı. Sözler, buna göre seçildi. Kemal Kılıçdaroğlu, bu fasılda “Hazreti Ömer’in dediği gibi adalet mülkün temeldir” bile dedi. Söz de doğrudur, sözü Hazreti Ömer’in söylediği de. Hâlbuki Kemalistler, bunun Mustafa Kemal’e ait olduğunu ileri sürerler. Bu vecizenin adliyelerde kürsünün arka duvarında yer alması bundan dolayıdır. Ancak; vecizenin altında “Hazreti Ömer” değil, “Atatürk” yazar. Yanlışlık, CHP genel başkanı tarafından ikrar edildiğine göre imza düzeltmesi yapma hakkı doğmuştur.
CHP genel başkanı bir saatlik konuşmasında bir kelimeyle dahi, hatta İstiklal Harbi’ne temas ederken de kurucu genel başkanlarına gönderme yapmadı. Böyle bir tutum, klasik CHP söylevlerine aykırıdır. Bu olmadığı gibi ulusalcıları kızdırdığı çok muhtemel olan adalet mülkün temeli gerçeğiyle alakalı cümlesinden başka, Sevgili Peygamberimiz diyerek “Bir saat adaletle hükmetmek bir yıl nafile ibadetten hayırlıdır” hadis-i şerifini de hatırlattı.
Bunlar ve benzeri sözler, yalnızca hâkimlere verilen “Hukuka giriş” dersleri değildi. Aynı zamanda AK Partili ve MHP’li muhafazakâr seçmene de oltalar atılıyordu.
Önceden hazırlanmış yazılı metne gelince:
Sıra buna geldiğinde meydandaki büyük kalabalığa susup dinlemelerini rica ederek “iyi bir metin oldu” dediği yazıyı okudu. Belki şöyle de düşünmek mümkün. “Birinci kısmın esası, sonuçta bu memleketin çocuğu olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun içten düşünceleri de olabilir. Ama; sükûta davet ederek dil sürçmeleriyle okunan metni, kabul ettirilmiş, öğretilmiş ve mecbur bırakılmış görüşler diye görmek mümkün.
Üzerinde çalışılmış manifesto mukallidi bu kısmı 3 maddeye irca etmek mümkün:
-Tutuklu vekiller serbest bırakılsın!
-Tutuklu gazeteciler serbest bırakılsın!
-Anayasa değişikliği gayrı meşrû sayılsın!
İlke olarak elbette yalnızca vekil veya gazeteci değil, herkesin fikir hürriyetine saygı duyarak kimse tutuklanmamalı. Bu bir olmazsa olmaz hakikattir. Ancak bir bu kadar olmaz hakikat de sıfatların, insanlara suç işleme imtiyazı vermediğidir. Bahsi geçenler siyasetçi yahut -şayet doğru ise- medya mensubu oldukları için değil, kanunları ihlal ettikleri için tutuklanmışlardır. FETÖ dâvâsı sanıkları 15 Temmuz taraftarlığı yapılarak savunulmakta...
Bu 3 maddenin en dikkat çekici olanı “anayasa değişikliğinin gayrı meşrû sayılması” talebidir. Bu bir saptırmadır. Anayasa değişikliğini kim yaptı? TBMM yaptı. Vatandaş da referandumla önüne gelen sandıkta yüzde 52’ye yakın bir seçmen çoğunluğuyla değişikliği tasvip ve tasdik etti. Hâkim teminatlı netice, T.C. Resmî Gazete’sinde yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Yüzde 50 artı 1’i meşrû saymamak hangi demokratik düşüncenin eseridir? Buna da “azınlığın, çoğunluğa baskısı” denemez mi? Konusu “adalet” olan bir toplantının hâline bakmalı. Sn. Kılıçdaroğlu, hâkimlere uzun-uzadıya adalet dersi verirken bir çelişkiye daha düşüyordu. 15 Temmuz’u sahipleniyor ama “Halkın 15 Temmuz’u” ve “Saray’ın 15 Temmuz’u” diye gerçek dışı bir tasnif yapıyor ve orada da kalmayarak “20 Temmuz Sivil Darbesi”nden söz ediyordu. “Yenikapı Ruhu” ise zaten ölmüştü.
Konuşmanın bütününde FETÖ örgütüne karşı oldukları intibaı verdi. Hâlbuki adı geçen örgüt, destekçilerinin başında gelmekte. Yanlarında olan diğer malum unsur Kandil ve onun meclis içi uzantıları hakkında ise hiçbir şey denmedi. Hâlbuki şehit vermediğimiz gün yok.
Konuşmada kınanmayı hak eden bir de eksiklik oldu. Bu ülkenin ana muhalefet partisinin liderinin, bu ülkede misafir olarak yaşayan hamile bir mülteci kadını ormana kaçırıp ırzına geçip 10 aylık çocuğuyla birlikte öldüren vahşileri kınaması gerekmez miydi? İktidara talip Sn. KıIıçdaroğlu, hem o emsali görülmemiş katilleri ve hem de onların suç ortağı “Suriyeli nefreti” üreten densizleri kınamalıydı. Kınamalı ve taziyelerini bildirmeliydi. Bu insani ve İslâmî gerek yapılmadığına göre hâlâ aynı düşüncede midir? İktidar olsa 3 milyon Suriyeliyi insan kasabı Esad’a iade mi edecektir?

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.