ŞEHİR, BETON, BELEDİYE VE RÜŞVET!

A -
A +
Sevgili Peygamberimiz -aleyhi's salâtü ve's selam- Mekke'den Yesrib'e hicret ettiklerinde ilk tasarruflarından biri, bu beldenin adını "Medine" yapmak oldu. "Medine" şehir demek, "medenî" de şehirli. Türkçede de "Yenişehir" , "Nevşehir", "Eskişehir" veya "Taşkent", "Beykent" gibi içinde şehir/kent olan kelimeler vardır. Şehir ve insan, şehir ve medeniyet kelimeleri arasında sıkı bağlar yaşar. Bunu İbn Haldun da derinlemesine tahlil eder. Şehirleşme, sosyolojik bir hareket ve bir zevki selim olayı iken bizdeki bazı politikacılar, 40 yıl öncesine kadar kürsülerde köylü toplum olmakla övünürdü. Hâlbuki köy, hayvanî ve ziraî mahsuller üretir. Şehir, ağır sanayi, sanayi ve endüstriyel mahsul ve şimdilerde akıl eseri ve sanayi ötesi mahsuller üretir. Şehirleşme yürüyüşümüz, Adnan Menderes'le başladı, Turgut Özal'la hızlandı. Ne var ki şehirleşmemiz başıboş seyretti. Ölçüsüz bir şekilde köyden şehre insan seli yaşandı. Denge kayboldu, bu defa da köyler yabana döndü. Recep Tayyip Erdoğan, ilk İBB Başkanı olduğunda "İstanbul'a girişte vize mecburiyeti getirelim" demişti. Bu teklifinden dolayı ilerici medya onu neredeyse linç edilecekti. Hâlbuki Devlet-i âli Osman'da tatbikat böyleydi. Kimse yorganını sırtına vurup İstanbul kapısına dayanamazdı. Kapıda niçin geldin, nerede kalacaksın, ne iş yapacaksın, ne ile geçineceksin? gibi sorular vardı. Bu sorular, daha fazlasıyla birlikte bugün bazı kalkınmış ülke ziyaretlerinde de karşımıza çıkmaktadır.   Şehirleşmede bütün bir millet olarak sınıfta kaldık: Bu sınıfta kalış, en kötü şekilde İstanbul'da yaşandı. İstanbul, sur içiydi. Suriçi, ahşap konakları, Arnavut taşlı sokakları, erguvanlı, hanımeli bahçeleri ve sebilleriyle, mezar taşları ve hatta hanımefendisi, beyefendisi ve İstanbul Türkçesiyle zengin bir miras olarak muhafaza edileceğine hoyratça katledildi. Ecdattan âdeta intikam alındı. İstanbul karaltısı/ silüeti kirletildi. En nihayet Topkapı Sarayı mücavir alanına bile iskân yapılma noktasına kadar gelindi. İki sene önce arabayla Gaziantep'ten İstanbul'a doğru seyrederken o canım yeşil dağ yamaçlarında beton evlerin en felaket tiplerini görünce "beton insanlığın en kötü keşfi" diye bir kanaate varmıştık. Geçtiğimiz hafta sonu Anadolu Medya Derneği'nin milletlerarası bir toplantısı için Rize ve Trabzon’daydık. Fırtına Deresi, Ayder Yaylası, Gelintülü Çağlayanı gibi yerlere de gittik. Aman Allahım!.. Tabiat sanki taarruza uğramıştı. Önce güneyi, sonra kuzeyi görüp de bu hazin manzarayı müşahede edince "beton insanlığın en kötü keşfi" şeklinde olan kanaatimiz, katmerlendi. Hâlbuki ağacın, ormanın, deniz ve dağın olduğu yerlere ahşap ve taştan başka hatta mümkünse çivi bile girmeyecekti. Böyle yapmak yerine her tarafa gökdelen taklitleri çakılmıştı. Biri elinde baltayla ormana girdiğinde ağaçlar, ağlar. Zevksizlik numunesi bu binaların tabiatın göğsüne bir zalim hançer gibi saplandığı yerlerde de tabiatın ağladığına şüphe yok. Sadece tabiat da değil, şehrinin sevdalıları da ağlamakta. İstanbul, edebiyat, siyaset, moda, mimarî... her ne olursa olsun; yeni bir şey yaptığında yalnızca yurt içi değil, bütün çevre şehirleri de onu takip ederler. Peygamber emaneti ve atalar mirası bu şehirde 10 senedir haşin gökdeleneler zehirli mantarlar yükseldi. Anadolu ve komşu devlet şehirleri de bunu sorgulamadan taklit etti. Hani çok meşgul ana-babalar, kendilerini çocuklarının başında zannederlerken bir de bakarlar ki o çocuklar büyümüş. İstanbul'un bir kısım belediyeler eliyle inşaat ihanetine uğraması bizim gibi bir İstanbul sevdalısı olan Recep Tayyip Erdoğan dönemine denk gelmesi yaman bir tenakuzdur. Milyon dolarlar karşılığı inşaat ruhsatı verildiği öteden beri hep kulağımıza geldi. Kolayı da bulunmuştu. Vakıf kurulmuş, o rüşvetler bağış adı altında güya o vakfa veriliyordu. Rızaya rağmen bağış olur mu? İstanbul'u boğan bu gökdelenlerin arkasında o milyon dolarlık kirli pazarlıklar var. Anadolu’daki belediyelerde de bu böyle. Genelleme yapmıyor, iktidar ve muhalefet diye de ayırmıyoruz. Temiz kalanlar vardır. Ancak şu çok kuvvetle muhtemel ki o rüşvetlerden bir kısmı "himmet" namıyla PDY'ye gitti. Birkaç yıl evvel bize bir hatıra nakledilmişti: Yabancı bir mimar ile bir Türk dostu, yüksekçe bir yerden İstanbul'u seyrederken yabancı mimar, Osmanlı eserleriyle, son dönem binaları arasındaki uçuruma işaretle "ya onlar Türk değilmiş veya siz Türk değilsiniz!" demiş.  Bu sözün utandırması lâzım. "Rüşvet alana, verene ve onlara aracılık yapana lânet olsun!" diyen bir Peygamberin ümmeti, makamı, fırsatı ve parayı görünce bunları yaptı. Bu yüzden siyasi aidiyetine bakmadan her belediyeye müfettiş gönderilmesi geç kalınmış bir tedbirdir. Yerden bitme zenginlere "nereden buldun?" diye hesap sorulmalıdır. 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.