EMANET-İ MUKADDESE

A -
A +

O'nun güzel ismi, "Emanet-i Mukaddese"dir. Peygamber âşığı atalarımız, böylece hürmetle yâd etmişler. Daha sonra  onun yanı sıra "Mukaddes Emanetler" de denmiş. Şimdilerde  "Kutsal Emanetler" de deniyor.

 

Yavuz Sultan Selim Han'ın Memlûk Hükümdarı III. Mütevekkili mağlûb etmesini müteakip vakit gelmiş; Hilafet, 29 Ağustos 1516'da  Osmanlı Sultanlarına intikal etmişti. Böylece Emanet-i Mukaddese de 6 Temmuz 1517'de İstanbul'a gönderildi. Yukarıda onların üç ayrı ifade ediliş şeklini yazdık.

 

Dikkat edileceği gibi terkipli de olsa terkipsiz de olsa değişmeyen kelime "emanettir". İslâm ahlâkının imbikten süzülmüş hâli olan Osmanlı terbiyesine sahip geçmişimiz, onları sahiplenmemiş, korunup-gözetilecek ve kıyamete kadar saklanacak bir kudsî emanet olarak görmüştür.

 

Mukaddes emanetler, İstanbul'u şereflendirince Topkapı Saray-ı Hûmayu'nunda en kıymetli odalardan biri bu emsali olmayan eşyaya tahsis edilmiş ve ondan sonra buranın ismi "Emanet-i Mukaddese Dairesi" olmuştur. Bu daireye giden dikkatli ziyaretçiler, kapı eşiğinden iki metre kadar önde bir kuyu kapağı görürler. O, susuz bir kuyudur. Varlık sebebi de şudur. Ecdadımız, daireyi süpürdüklerinde çıkan tozları şuraya-buraya değil, bu kuyuya dökerlermiş.

 

Emanet-i Mukaddese, zikrettiğimiz daireye yerleştirildiği tarihten  itibaren 40 hafız, geceli ve gündüzlü bilâ fasıla Kur'ân-ı kerim tilavet etmişlerdir.  Bu dört asırlık an'ane, cumhuriyetin ilk senelerine kadar devam etmişti. Yarım asırlık  derin bir  sessizliğin ardından tilavet, 1970'lerin sonunda tekrar başlatıldı. Birkaç kırılmadan sonra hâlen devam etmektedir.

 

Tahta yeni geçen Padişah'ın "kılıç kuşanma merâsimi" Eyüb Sultan'da eda edilir, Emanet-i Mukaddese dairesinde de duası ve cülûs merâsimi olurdu. Ayrıca bayram ve kandil gibi dinî günler, sünnetler ve padişah cenazesinin  kaldırılması da burada yapılırdı. Padişah, Emanet-i Mukaddese'yi Ramazan-ı Şerîf'in 15'inde mânevî bir merâsimle ziyarete açardı. Önceden emanetler arasına destmâl, mendiller konur; o gün bu hâtıraları misafirlerine hediye ederdi.

 

Peygamberi Zîşân'ın Uhud'da kırılan mübarek dişi, sakalı şerifi,  hırka-i şerifi dahil, olmak üzere okları, mektupları  ve daha başka birçok eşya Emanet-i Mukaddese'yi teşkil eder. Emanet-i Mukaddese  Daire'sindeki  emanetler, Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam-  Hulefai Raşidinin ve Hazreti Fatıma gibi ehli beytin yani Peygamberimizin hane halkından bazı isimlerin bir kısım hâtıralarıdır.

 

Medine-i Münevvere'nin İngiliz vesayetine geçme tehlikesi kuvvet kazanınca Medine Müdafiî Ömer Fahreddin Paşa, 1916 Yazında Ravza-i Mutahhara'daki  mukaddes emanetleri de iki bin kişilik bir askeri birlik nezaretinde  İstanbul'a yolladı. Bunlar, hem İstanbul'dan gönderilmiş hediyelerdir ve hem de diğer bâzı hâtıralar. Yavuz Sultan Selim Hân'ın da Fahreddin Paşa'nın da mukaddes emanetleri,  Dar'ül Hilafe olan Payitaht'ta muhafaza altına almaları gayet yerinde olmuştur.

 

Onlar aynı zamanda Hilafetin berâtı hükmündedir. Elinde bulunduran Hilafet iddiasına kalkışabilirdi. Bunu hem Mısır'daki mağluplar yapabilirdi ve hem de daha kuvvetli bir ihtimal olarak  I. Cihan Harbi'nde  Arabistan bölgesini işgal eden İngilizler yapabilirdi. Veya Vehhabiler yakıp küle çevirebilirlerdi. -Gayrı Müslim İngiliz, nasıl Hilafet iddia edebilir? I. Dünya Harbi  şartları düşünülünce mümkün olduğu anlaşılır. O dönemde "Büyük Britanya" pelerinli İngilizler, Hindistan'dan Afrika'ya kadar bütün İslâm âlemini sömürgeleştirmişlerdi. Emanet-i Mukaddese'yi gasp ederek Londra'ya götürebilir ve  konu mankeni bir şarlatanı da dünyaya "Halife" diye sunabilirlerdi. Nitekim 15 Temmuz darbe teşebbüsü, muvaffak olsaydı malûm kişiye  Mukaddes Emanetler Dairesi'nde  biat merasimi yaptırılmış olacağından kimsenin şüphesi olmasın. Allahü teâlâ, hem dinini, hem Habibi'nin emanetlerini ve hem de o emanetlere 500 senedir aşkla ihtimam gösteren bu milleti korudu.

 

Cahil bir Iraklı yeni yetmenin durup dururken Fahreddin  Paşa aleyhine tweet yazıp iftira atması, batının azat kabul etmez kölelerinden BAE dışişleri bakanının bunu paylaşması, tesadüf olmasa gerek. Diğer Saraylar gibi TBMM'ne bağlanacağına hâlâ Kültür Bakanlığına bağlı olarak sıradan bir müze muamelesi gören Topkapı Saray-ı Hûmayun'un hava ve kara güvenlik tedbirleri 10 kat arttırılmalıdır.

 

Ve bir teklifimizin tekrarı: Aşağıdaki beyit, divan şairi Urfalı Yusuf Nabi'nin meşhur şiirinin girişidir: "Sakın  terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hüdadır bu/Nazargâh-ı ilâhidir makam-ı Mustafa'dır bu.” Bu şiirin, sarı pirinçten büyük harflerle Emanet-i Mukaddese Dairesi'nin iç avluya bakan duvarına  yazılmasını bir defa daha talep ediyoruz. En azından yukarıdaki iki mısra yazılabilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.