BİR İNSAN, BİR SÖZ VE BİR DEVLET!

A -
A +
-Konstantiniyye elbette fetholunacaktır; O’nu fetheden emîr ne güzel emîrdir ve O’nun askerleri ne güzel askerlerdir! Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselam- doğru söyledi. O, zaten hep doğru söyledi. O, Muhammed’ül emin olduğu gibi muhbir-i sadıktır da; doğru haber verendir. İşte bu Şanlı Peygamber muştusu sebebiyledir ki nice İslam hükümdarı Konstantiniyye’yi zapt ederek Peygamberler Peygamberi’nin övgüsüne yükselmek istedi. Bizans’ın düşmesi, Konstantiniyye’nin ebedi İslam yurdu olması, asırlar sonra Peygamberimizin bir mucizesinin daha tecelli etmesi demektir. İstanbul elbette fethedildi. O’nu fetheden emir elhak güzel bir Sultandı. O Sultanın mücahidleri güzel askerlerdi. Sorulması gereken soru şudur: -Konstantiniyye’nin fethindeki sır nedir? Konstantiniyye’nin fethine, bir başka ifadeyle Şarki Roma’nın sukutuna dair yüzlerce görüş ortaya konmuştur. Şu var ki bunlar, daha ziyade maddi sebepler üzerinedir. Bize göre fethin sırrı çok daha farklıdır. Malumdur ki Konstantiniyye 53 günlük bir muhasaradan sonra “salip”ten kurtarılıp “hilal”le taçlandırılmıştır. Bununun sırrı şudur: Mehemmed bin Murad veya İkinci Mehmed, kuşatmanın 52. gününde vezirlerini, paşalarını Topkapı önündeki otağına toplayıp onlara deseydi ki: -Konstantiniyye’yi nice vakittir muhasara eylemekteyiz? -52 gündür Sultanım. -Pekâlâ, bu zaman zarfında nice işler işlendi? -Surları dövdük, kefereyi bertaraf eyledik, civan evladlarımızı şehid verdik, surlara çıktık, daha nice cesaret ve şecaat numuneleri gösterdik. -Netice nedir? -Netice malumlarıdır Sultanım; pek müteessiriz lakin fetih müyesser olmamıştır. Arz edilenlere zaten vâkıf olan Hünkâr, bildiklerini maiyetindekilere de teyid ettirdikten sonra şöyle ferman buyurabilir ve bundan dolayı da istikbalde kimse kendisine bir şey diyemezdi: -Toplanın gidiyoruz, her çareye müracaat edilmiş fakat zafer kazanılamamıştır, gayrı yapacak bir iş kalmamıştır! Ne var ki kartal burunlu, şahin bakışlı ve aslan yürekli genç Hükümdar böyle demedi. O, bir destandan kopmuş şimşek parçasını andıran şu sözü, bir küheylanı şahlandıran kamçı gibi şaklatarak bütün ümitsizlikleri yıkmak suretiyle liderlik ve deha farkını ortaya koydu: -Ya Konstantiniyye beni alır veya ben Konstantiniyye’yi alırım!!! Bu yüksek irade ile bir muazzam zafer kazandı ve Padişah-ı ruy-i zemin oldu. Tekrarlayalım; yeryüzüne Padişah olma şanını elde etti ve bu şanı evlatlarına da ulvi bir miras olarak bıraktı. Bir diğer soruya sıra gelmiştir: Mehemmed bin Murad, kuşatmanın uzamasından yılgınlık getirip maiyetindekileri de dinledikten sonra “toplanın gidiyoruz” deseydi bunun tarihî şekillendirmesi ne olabilirdi? -Bu dünyadan bir de “II. Mehmed” diye bir Sultan geçmiş, zaman, Fatih Sultan Mehmed Han diye bir Padişahı tanımamış, olurdu. -Devlet-i ali Osman, belki bir daha Şarki Roma’yı yıkarak Cihan Devleti olamazdı. -Devlet-i Ebed Müddet’in altın halkası, herhâlde 650 sene yaşayamaz ve tabiatıyla çağ değiştirmiş olma şerefine kavuşamazdı. -Necip Türk milleti ve cümle İslam âlemi belki de hiçbir zaman İstanbul diye müstesna bir Payitaht’a sahip olamazdı. -İnsanlık, Osmanlı Medeniyetinden mahrum kalırdı. Bu ihtimalleri bitiren sebep, müstakbel Fatih’in o yiğit haykırışıdır “Ya Konstantiniyye beni alır veya ben Konstantiniyye’yi alırım!!!” Abdülhamid Han’a “Kızıl Sultan” diye leke sürmeye çalışan tarih ders kitaplarında cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han’ın Latince bildiği bilhassa yer alırdı. Hayır, bu bir gerçeğin ifadesinden evvel bir suiniyetin tezahürüdür. Bir asırdır bu iklimde her fazilet ve maharet bir tarafından eski Roma ve Antik Yunan’a bağlanmak istenmiştir. Bu ne yaman çelişkidir? Fatih’in ruhu nasıl bir Roma irfanıyla beslenmiş olmalı ki kalbinde kor bir Kızılelma ateşi  yanan Hakan, şarki Roma’yı fethettikten sonra o Kızılelma’nın Ayasofya’nın kubbesinden Roma Katedralinin kubbesine kanatlandığına inanmış ve Roma’yı almayı da mukaddes bir gaye bellemiştir? II. Mehmed’i “İstanbul Fatihi” yaparak Peygamber takdirine hak kazandıran asıl ve asil sebep o aziz Peygamberin azim, irade ve kahramanlığıdır. Hatırlayalım: Kurtarıcı Peygamber, İslamiyet’i, insanlığa tebliğe başlayınca müşrikler deliye döner. O da kim? Peygamberlik iddia eden Abdullah’ın yetimi? O’na ve getirdiklerine iman eden eshabına inanılmaz eza ve cefalar yapılır. Fakat ceberutlukla bir netice alamazlar. Sonunda Peygamberimizi ikna etmeye tevessül ederler. Gelir ve şunu derler: -Derdin ne? Eğer para istiyorsan istediğin kadar al, kadın diyorsan Mekke’nin en güzel kızlarını verelim, başımıza geçmek istiyorsan hemen buyur! Müşriklerin bu teklifine Kâinatın Efendisinin verdiği cevap, O’nun adını taşıyan ve yolunda giden sevdalısı bir Padişaha “Ya Konstantiniyye beni alır veya ben Konstantiniyye’yi alırım!!!” dedirten, iradesini çifte su verilmiş çeliğe döndüren sebep Kahraman Peygamberin müşriklere verdiği o muazzam cevaptır: -Bir elime Ay’ı, bir elime Güneş’i verseniz yolumdan ve davamdan vazgeçmem! Konstantiniyye’nin fethini müjdeleyen mucizenin sahibi, o güzel Emîr ve O’nun güzel askerlerinin ruhunu işte bu eksiği ve fazlası olmayan muhteşem sözle tutuşturmuştu…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.