BU DA FARS BAHARI!

A -
A +
“Arap Baharı” denen dramın aslında Irak’ın 20 Mart 2003 yılında işgal edilme tarihiyle başladığı, Ocak 2011’den itibaren Suriye’nin başına gelen korkunç musibetlerle anlaşılmış olmalı. Irak işgal edilirken bahar veya bir başka mevsim adı değil, “harekât” denmişti. Bir memleketi hâkimiyet altına almaya “Körfez Harekâtı” dediler. Harekâtı, haşa ABD İngiltere veya bir başka kendini insanlığın hayrına adamış devlet veya devletler değil, “koalisyon güçleri” yapmaktaydı. Bu “koalisyon güçleri” denen jetli, tanklı kuvvetlerin, aslında çağdaş Haçlı Seferi olduğunu Amerikan Başkan G. W. Bush, medya önünde ikrar etse bile gerçek, “tiz zemanda” örtbas edildi. 2001 Dünyasının işgal literatüründe “bahar” yoktu. “Ol demde” “Evanjelist” sözü de pek işitilmezdi. Hatta “Siyonist” lafı dahi bu denli tedavülde değildi. BOP gibi, “Medeniyetler Çatışması” gibi fiyakalı isimler vardı. Ekranlarda “BOP” diyen, söze “Medeniyetler Çatışması” ile başlayan bazıları, problemin esrarına sahip dâhiler sanılıyordu. Gündüz gözüyle rüya görüldüğü günlerde Tunus-Suriye Kuşağı Arap Baharı, ap-ansız çıkageldi. Önce Tunus’ta bir seyyar satıcı kendini yaktı. Ardından “demokrasi” isteyen halk, meydanları doldurdu. Devlet başkanı Zeynelabidin bin Ali gitti. Mısır’da seçimle gelmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı “Koalisyon Güçleri” destekli bir darbe yapıldı. Abdulfettah Sisi diye bir vefasız, kan döke döke başa geçirildi. Libya’da Muammer el Kaddafi alaşağı edildi, ülke toprakları parça parça oldu. Derken demokrasi baharının müjdecisi olduğu iddia edilen bu kasırga, beklenmedik bir vakitte Suriye’yi vurdu. “Kahrolsun diktatörlük! Yaşasın demokrasi!’ diyen halk, sokaklardaydı. 40 yıldır esaret benzeri bir baskı altında yaşayan bu ahaliye cesaret ve vaadler verilmişti. Lakin bir süre sonra yüzüstü bırakıldılar. Babadan diktatör Beşar Esad’la baş başa kalmışlardı. Tunus, Libya ve Mısır’a bahar değil kış gelmişti, fakat Suriye’ye gelen karakış oldu. Milyonlar öldü. Memleketin yarısı mülteci oldu, diğer yarısı yer değiştirdi. Güney komşumuz, tarihte nadir milletin yaşadığı bir felakete maruz kalmışken takvimler, 15 Temmuz 2016’yı gösteriyordu. “Düveli muazzama” Türkiye’de 7 Haziran 2015 genel seçimlerini aldırtamamış, 1 Kasım 2015’i de kaybetmişlerdi. Bunun üzerine “Koalisyon Güçleri” ve cümle Haçlı İttifakı, kendileriyle “dinler arası diyalog” sarmaşasında olan FETÖ terör örgütünü! Türkiye’ye saldırttılar. Türk Milleti, darbe teşebbüsünü canını dişine takarak püskürttü. Batılı devletlerin yöneticileri, bir ay boyunca dilini yutmuş gibi sustular. Sonra dostlar, alışverişte görsün kabilinden birkaç kınama lakırdısı edildi. Dostluk, rahip unvanlı Andrew Brunson Vak’ası’na kadar devam etti. Adı geçen casusluk sanığı, ne günkü serbest bırakılmayıp da ev hapsine alınınca Irak İşgali’nin, Tunus, Mısır Libya, Suriye hadiselerinin karargâhı Beyazsaray’ın rengi değişti. 2 Ağustos 2018’de beklenmedik bir çıkışla Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Amerika’daki mallarına el koydular. Külliye de bakan mevkidaşlarının Türkiye’deki mallarına el koydu. Aslında iki taraf da olmayan malları donduruyordu. Washington’un Ankara’yla başlattığı bu kriz, 3-5 gün sürdü. Beyazsaray, “rota yeniden hesaplandı!” edasıyla bu defa dünyaya İran’ı hedef gösterdi. Bu devletin, dolar altın ve birçok ticari kalem mal ile alışveriş yapmasını ve AB üyeleri dâhil üçüncü devletlerin O’nunla ticaretini yasaklanıyordu. Alınan karar metni, hayli uzundur ve hedefteki devletin diri diri torağa gömülüp üstüne beton dökülmesi demektir. İran’a bunlar yapılırken Ankara’ya büyük gülücüklerle yeniden kollar açılmıştır. Bundan dolayı 3 Bakanlıktan 9 kişilik bir müzakere kafilemiz, Washington DC’ye gittiler. Öyle görünüyor ki bundan böyle “Bakanlar Krizi” diye bir şey kalmayacaktır. İki taraf arasındaki ihtilaf, esas itibariyle Fetullah Gülen, Andrew Brunson ve Hakan Atilla olarak devam edecektir. Soru şudur: -Beyazsaray, neden 3 gün önce kriz çıkartıp 3 gün sonra farklı bir yola girdi? -Bu bir taktikti. İran taarruzu önceden masadaydı. Bakanlar Krizi’yle Türkiye’nin gözü korkutulmak istendi. Geçmişte BM’de olduğu gibi Ankara, İran’ın yanında yer almasın diye yolu kesilmek istendi. Uzaktaki dostun hatırına komşumuzla kötü olamayız. Bizden beklenen; İran’ın üstüne bir kürek harç da bizim dökmemizdir. Demek oluyor ki “Arap Baharı” faslı kapanıyor. 15 Temmuz’da “Türk Baharı” başlayamayınca bu defa komşumuz, “Fars Baharı”na mecbur bırakılmak isteniyor. Unutulması ne kabil? Arap Baharı denen musibet, Suriye’ye musallat edilince Washington, Türkiye’nin Suriye’ye girmesi için ne diller dökmüştü. Aynısı Irak işgalinde de yaşandı. Türkiye, Bağdat’a girmeyince birkaç Türk askerinin başına çuval geçirilerek herkese hakaret edildi. Şam’a girmeyince de 15 Temmuz darbe teşebbüsü vuku buldu. Yeni süreçte Fetullah Gülen, havuç gibi kullanılarak Tahran’a girmemiz İstenebilir. Bu talep bugünden yarına yapılmaz. Ancak bahar İran’ın üstüne çökerse gündeme gelebilir. 1980’de Irak’ı İran’a saldırtıp 8 sene savaştırdılar. Güçten-kuvvetten düşünce de işgal ettiler. Evanjelistlerin asıl derdi, ne petrol, ne altın ne dolardır. Dertleri, İsrail’in bölge lideri olmasıdır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.