ASLA AFFETMEZLER!

A -
A +
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bazı Millet Bahçelerinin açılışını yaparken 81 il ve büyük ilçelerde de bu bahçelerin hizmete gireceğini haber vermekte.
Şehirlerimizin büyük bir ihtiyacı olan bu bahçeler, özenli çevre düzenlemeleriyle göz doldurduğu gibi onlara verilen “Millet Bahçesi” ismiyle de azınlık diline dönme tehdidi yaşayan Türkçemizi koruma adına da sorumlu bir davranıştır.
Türkiye’deki ilk “Millet Bahçesi” Taksim’dedir. Topçu Kışlası’yla tarihî çevrenin yerine kurulan bu yeşil alana yıllarca “Millet Bahçesi” denirken hangi gerekçeyle yapıldıysa Millet ve Bahçe kelimelerinden rahatsız olunurcasına o isim, “Gezi Parkı”na çevrildi. Millet Bahçeleri yapılırken burası da kendi hüviyetine kavuşturulmalıdır.
28 Mayıs 2013’te işte bu Gezi Parkı bir isyana sahne oldu. Vitrinler, parçalanıyor, yağmalar yapılıyor, tam bir terör estiriliyordu. İsyan, Maltepe ve neredeyse bütün vilayetlere sıçradı. O isyanın ne denli bir tahribat yaptığını anlamak için ‘Sarı Yelekliler’in bugün Paris’te yaptıklarına bakmak kâfidir. Aynı dehşet, 5 yıl önce İstanbul’da yaşanmıştı. Şimdi Paris’te olanları yabancı ajanlar kışkırttığı gibi o gün İstanbul’da olanları da yabancı ajanlar kışkırtmıştı.
Samimi çevreciler Gezi Parkı’da oyuna getirildiler. 5-10 ağacın nakledilmesi bahane edilerek kullanıldılar. Kullanılan bir zümre daha vardı. Onlara sahip çıktıkları kimliğe göre ilerici, Kemalist yahut aydın denebilir. Bunlar da Taksim’e cami ve ayrıca camii ile birlikte Topçu Kışlası’nın yapılmasına karşıydılar. Çevrecilerin yanı sıra onlar da meydanlara dökülmüş, isyana malzeme yapılmıştı.
İsyancıları sokağa dökenler, malum devletlerin istihbarat örgütleriyle FETÖ’cülerdi. FETÖ’cü polisler, yangını büyütmek için her fırsatı kullanıyor, isyan azsın diye yangına benzin dökülüyordu.
Ağaç ve Topçu Kışlası FETÖ örgütüyle yabancı ajanların umurunda bile değildi. Hâlbuki bir yandan sanki bütün ağaçlar katledilmiş ve diğer yandan da Topçu Kışlası diye sadece AVM yapılacakmış gibi bir yalanı yayıyorlardı.
Bunların hedefi tekti; iktidarı devirmek.
Esasında 12 Şubat 2012’de MİT Başkanının ifadeye çağrılması, bu olayların başlangıcıydı. Ameliyata girecek olan Başbakan Erdoğan’ın mâni olmasıyla Hakan Fidan üzerinden döndürülen oyun bozuldu.
Ancak durmayacaklardı. Nitekim Gezi İsyanı hedeflerinden şaşmadıklarının ispatıydı. Bu isyan, 3 ay sonra 30 Ağustos’ta bastırıldı. Bastırıldı ama döviz yükseldi, hazine kan kaybetti.
MİT Başkanı Hakan Fidan’a kelepçe takma düzenbazlığında savcı üzerinden yargıyı kullanmışlardı. Savcı, Hakan Fidan’ı mahkemeye getirttikten sonra birtakım ithamlarla bir iddianame hazırlayıp sorgu hâkimliğine sevk edecek ve tutuklama yapılacaktı. Bunda muvaffak olamadılar. Olamayınca Gezi Parkı üzerinden halk isyanı çıkarmaya teşebbüs ettiler. O da olmayınca yine kendilerini en güçlü hissettikleri tarafa yöneldiler. 17/25 Aralık 2013 tarihinde Türkiye, asayiş ve huzuru temin etmekle mükellef emniyet ve yargı eliyle kaosa sürüklendi. Birtakım kibirli ve şımarık emniyet müdürleriyle savcılar, yolsuzluk iddiasıyla bazı bakan çocuklarıyla iş adamlarını içeri aldılar. Bazı Bakanları hedefe oturttular. Kamuoyunu “yolsuzluk” iddiasıyla meşgul ediyorlardı. Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ni ve Başbakan Erdoğan’ın Kısıklı’daki konutunu basmaya kalkıştılar. Emniyet ve adliye ikiye ayrılmıştı. Bir yanda yerli, millî, vatansever olanlar, diğer yanda ise FETÖ üzerinden Amerika’nın, İngiliz’in ve İsrail’in emrinde olanlar vardı.
Vatanperver milliyetçilerin ölümüne kararlı mücadelesiyle o savcı, hâkim, polis ve emniyet müdürlerine geçit verilmedi. Bu yiğit tavır, devletin içinden gelen darbe teşebbüsünü önledi. Sokakta bildiri dağıtan, bir lahmacuna tenezzül edecek kadar küçülen savcılarla polis ve polis şeflerinden bir kısmı şimdi içeride, bir kısmıysa yurt dışında kaçak.
Ancak ihanet yine devam ediyordu. Bu defa ümitlerini 7 Haziran 2015 Seçimlerine bağlamışlardı. Bu tarihte AK Parti yüze 40.87 oyla yine birinci parti çıktı fakat iktidar olamadı. Yolsuzluk iddialarının olumsuz tesiri büyük olmuştu. Tablo koalisyondu. Tarihe mal olduğu için artık yazmak gerekir. Koalisyon Hükûmeti kurulmasına en tavizsiz şekilde iki kişi karşı çıktı. Biri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan diğeri de biz. Ekran ve yazılarda büyük mücadele verdik. Devlet Bahçeli de koalisyon Başbakanlığı teklifini kabul etmeyince 1 Kasım 2015’te seçimler yenilendi. 2012’den beri tam 5 yıldır beslenen her ümit suya düşmüştü.
Bundan dolayı 15 Temmuz 2016’da darbe yapmayı tek çıkış yolu olarak gördüler. Ama yüce Allah, onları şaşırttı:
Hakan Fidan’ın saat 17.00 gibi Genelkurmay Karargâhına gitmesi üzerine gece 03.00’teki darbeyi akşam 20.00’ye aldılar. Millet, sokağa çıktı. Bu defa olaya halk el koydu. Bundan dolayı yine başaramadılar.
15 Temmuz 2016’dan bugüne iki buçuk yıla yakın bir zamandır mücadele hız kesmeden devam ediyor. Bu mücadele hız kesmeden ve taviz vermeden devam etmelidir. Hadise, devletin bekası, vatanın birliği, milletin dirliği meselesidir.
Şu an bile bir yerlerde yeni tertipler peşinde olmadıkları söylenemez. Gezi İsyanı, yeni değildi. 31 Mart 1909’un tekrarıdır. 31 Mart tertip ayaklanması yaşanmasa Abdülhamid Han devrilmeyecek ve Türkiye Dünya Harbi’ne girerek küçülmeyecekti.
27 Mayıs sadece cunta değil, aynı zamanda bir yargı darbesidir. Olmasaydı bugün kişi başına millî gelirimiz rahat 25 bin dolardı. 12 Mart 1971 Muhtırası, aynı zamanda 27 Nisan 2007 e-Muhtırasıdır. 12 Eylül 1980 zaten, 15 Temmuz’a çıkan 3 buçuk yıllık süreci sahneye koyan aynı “Üst Akıl”ın marifetidir.
Su uyur, düşman uyumaz.
Fırsatını bulduklarında asla affetmezler.
Allah, fırsat vermesin.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.