TENEKE MADALYA

A -
A +
Mahmut Şevket Paşa’nın resmine bakıldığında ağzını kapatmış ve Alman hayranlığını bağıran uçları yukarı sivriltilmiş bıyıkları, ilk nazarda dikkati çeker ama asıl dikkat çeken, bütün göğsünün sıvama madalya ve nişanlarla dolu olmasıdır. İçlerinde Hilal ve saliplerin de bulunduğu bu iftihar unsurları, Tanzimat’tan Cumhuriyete dek bütün devletlu, haşmetlu, sadaretlu paşalarımızın hemen her birinin göğsünü aynı cömertlikle sıvama kaplar. Ne olmuştur, nerede, ne zaman, hangi memleket fethedilmiş, küffar hezimete uğratılmıştır ki bu madalyalar, o göğüslerde bakanın gözünü kamaştırıp durur? Bunların hiçbiri yok fakat bol bol dağıtılan bu madalya ve nişanlar vardır. Hâlbuki Şarki Roma’yla Pontus imparatorluklarının ve umum Balkan devletlerinin fatihi Fatih Sultan Mehmet Han, böyle basitliklere tenezzül etmemişti. Torunu Yavuz Sultan Selim Han, dördüncü Murad Han ve İstanbul’un imanla şereflenmesinden önceki ve sonraki hiçbir Padişah devrinde böyle tenekeden; hele üstünde haç işareti olan nişanlara, madalyalara tenezzül edilmemişti. Böyle şeyler, o Gaza Asırlarında akıldan bile geçmedi. Zira o devirler halis Müslümanı, iyiliği saklı yaptığı gibi övünmeyi ayıp sayardı. 1826’da fesle başlayıp 1928’de de şapka ile devam eden kalıp değişikliği esaslı gardırop inkılapçılığı, zahiri değiştirdiği gibi bunun devamında da batını değiştirecekti. Bu, bugün dahi devam etmektedir ve en yaman çelişkiyi de türedi tesettürlü şehirli kızların Şoför Nebahat kabadayılığındaki fütursuzluğunda kendini göstermektedir. Tanzimat, tarihimizi mana ve maddesiyle tam ortasından ikiye bölmüş, yokuş aşağı sürüklenme 1922’lerin büyük kan kayıplarıyla nihayetlenmiştir. Tanzimat yani 3 Kasım 1839 öncesi bir tek ölçü vardır “İ’layı kelimetullah. Bütün gaza gönül erlerinin muradı odur; Şanlı Kelime-i Şehadet’i insanlığın ufkunda inmeyen bir bayrak olarak dalgalandırmak. Önce şekli sonra kalbi değişikliğe uğrayan Tanzimat münevveri, artık başka işler peşindeydi. Yerli veya ecnebi muadil mevki sahipleriyle nişanlar alınıyor, madalyalar veriliyordu ki bu âdet 12 Eylül’de yeniden dirilecektir. Tanzimat’la birlikte millî iskan hayatımız da başkalaştı. İstanbul’un fethinden ta 1856’ya kadar Saray, tekti ve o da Topkapı Sarayı/Yeni Saray idi. Ne var ki Topkapı Sarayı her Padişah döneminde ihtiyaca göre genişletilerek nihayetinde bugün gördüğümüz ve hayran kaldığımız şekli almıştı. Tanzimat’tan sonra Dolmabahçe ve Çırağan’la birlikte Boğaz Sarayları dönemi başlayacaktır. Yıldız Sarayı, daha evvelden orada bir köşk olmakla bu cümleden değildir. Topkapı, Dolmabahçe’ye nakledilince göğsü sıvama nişan ve madalyalarla dolu devletlu Paşalar dahi Boğaziçi’ne sahil saraylar, yalılar, köşkler inşa ettiler. Dolmabahçe dışarıdan istikrazla yapılmıştı. Herhâlde bu paşalar da bir yerlerden borçlanarak bu yalıları asude günlere açmışlardı. Havada mağlubiyet şimşekleri çakarken karada manzara buydu. Kalbi dünyalıkla dolan devlet adamının da askerin de zafer kazanması muhaldi. Tanzimat’la birlikte Gaza Aşkı’nın yerini Araba Sevdası almıştı. Nitekim bir adım sonra o saray yalı ve konaklara entrikalar da girmişti. Cilveli Boğaziçi’nin kimseye yâr olmayacağı ileride anlaşılacaktı. Lakin; iş, işten geçmiş olacaktı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.