YILBAŞI

A -
A +
Sonuçta en sakin şekilde değerlendirmeyle bakıldığında şu zeminde nice dönemlerdir bir medeniyet sapması yaşandığı inkârı mümkün olmayan hakikattir. Aidiyet kaybı, bir başladı mı kayıp, her alanda ve her çeşidiyle yaşanır. Bu sosyolojik vak’a ve mâneviyat farklılaşmasının dünkü hayatımızda karşılanışı ile bugüne dair aldığı şekil üzerine araştırma yapmak isteyenler için malzeme bolluğu vardır. Ancak türlü sebeplerden dolayı onları nakil ve dile getirmeye cesaret edenler az olabilir. Hadise, esasında ilmî objektiflikte kalmamaktadır. Aslında bugüne dair sanılan çok mevzu ve mes’ele, bugüne mahsus değildir. Üzerinde biraz durulduğunda onların dünden miras olduğu biraz da hayretle görülür…
Aşağıda meşhur edebiyat tarihçisi Nihad Sâmi  Banarlı’nın birkaç yazısından parçalar mevcuttur. Yazarın konuya dair ilk yazısı, 31.12.1952’de Hürriyet gazetesinde çıkmıştır. Bunlar, bir edebiyat ve fikir adamımızın, 68 sene önce Noel, Noel Baba, yılbaşı ve bizim kıymetlerimizle kayıplarımıza dair düşünce ve tesbitleridir. O günlerden bugünlere köprü kurup muhasebe ve muhakeme yapmak, İstanbul Kanalı’na dair konuşmaktan daha az kıymetli olmasa gerek.
Söz, merhum Banarlı’da:
“1953’e giriyoruz... Büyük şehirlerimizde bunun farkında olmayan yoktur. Hele İstanbul’un en sarsılmamış Türk mahallelerinde, Müslüman dükkânlarında bile ağaçlarından koparılmış mâsum çam dalları, sahte bir hayatiyet gösteriyor. (…) Hıristiyan an’anesinin ısrarla yaşattığı bükük belli ‘Noel Baba’ da şimdi bizim vitrinlerimizdedir. Bence şu uzun sakallı adamın, gazetelerimizde her gün hakâret gören irtica mümessili ‘Ticânî’den farkı, sakalının beyaz olmasındadır. Zira İslâm an’anesinin her türlü  hareketlerini ‘gerilik’ sayan bir cemiyette, Hıristiyan geleneğinin dipdiri Noel Baba’sı, herhalde pek acâip bir ‘terakkî’dir.
Siyah çenber sakallı yurt içi insanlarından umacı görmüş gibi çekinen gençlerimiz, bu ak sakallı ihtiyar karşısında ne düşünüyorlar bilmiyorum. Fakat ben, her tarafı buzlarla çevrili bu adama ısınamıyorum…”
Yazar, üç yıl sonra 1.1.1955’te yine Hürriyet gazetesinde fikirlerine âdeta kaldığı yerden devam ederek şöyle demiş:
“Evvelce, Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyanlarla meskûn bölgelerinde kutlanan, yahut İstanbul’un yalnız Beyoğlu’sunda, neş’eli, içkili, danslı, hareketli, hatta silâh patlayışlarıyla  seslendirilmiş şenlikler hâlinde yaşanılan  milâdî yılbaşı, şimdi bütün Türkiye’nin malı olmuştur. Yeni yılbaşlarında artık biz de Hıristiyanlar gibi eğleniyoruz. Biz de birbirimizi tebrik ediyor, belki daha sıcak görünsün diye eski Kânûn-i sani’ye ocak adını vermiş bulunuyoruz. Bizim de birbirimize  bu günlerde  hediyelerimiz oluyor; çocuklarımızı bugünlerde oyuncaklarla sevindirenlerimiz; hatta evlerini bugünlerde -maalesef- Noel ağaçlarıyla süsleyenlerimiz eksik olmuyor. Danslı, içkili, renkli, ışıklı, sıcak salonlarda biz de sabahlara kadar yılbaşı gecelerini kutluyoruz.”
Nihad Sâmi Banarlı, 31.12.1955’te Hürriyet gazetesindeki sütununda bu yoldaki fikirlerini paylaşmaya devam etmiş:
“Yılbaşı eğlenceleri, yıllar geçtikçe bizim dünyamıza da bir bayram ve bir donanma manzarası veriyor. Türkiye’de hatırı sayılır bir yılbaşı ticareti teessüs ediyor. (…) Bunun içindir ki önce Hıristiyan dünyasında dînî bir bayram edâsıyla başlayan yılbaşı, şimdi hemen bütün dünyada bir neş’e ve eğlence vesilesidir. O kadar ki Muhammed ümmetinin çocukları bile Hazreti Muhammed’den asırlarca eski, Milâd törenlerine iştiraki şimdi bir yenilik sayıyorlar. Yılbaşı eğlenceleri, bizim vatanımızda da Noel Babası, Noel çamları, Noel hediyeleri, Noel hindileri ve büyük Noel masraflarıyla âdeta bir Noel Yortusu’nu andırmaya başladı.”
“Bilmem Eyüb semtine de yayıldı mı? İstanbul’un Fatih, Edirnekapı, Topkapı gibi en saf ve  en Müslüman semtlerinde bile (…)Türk ve Müslüman isimli bâzı mahalle içi dükkânlarının vitrinlerinde bile üzerlerine pamuktan karlar yağmış Noel çamları yükseliyor, dallarında türlü oyuncaklar sarkıyor. Bütün bu oyuncaklar, hatırlayabilenlere eski Müslüman kandillerini ancak hüzünle ve merâretle hatırlatıyor.”
Yazar, 5.1.1957 tarihli Hürriyet’te şunları yazmış:
“Ben, şahsen yılbaşı gecesinden sonra gördüğüm nice insan çehresinde, yılda bir gelen bu gecenin bütün mâcerâsını da yazılı gördüğümü sanırım. Bu yorgun, bu üzgün, bu  mahmur yüzler, bir sene evvelki, gerçekten bir sene evvelki hallerinden ne kadar başkadırlar. Kimi ruhen, kimi cismen bitkindir.  Kimisinin kesesi boşalmış, kiminin bir sene evvelki sıcak yuvasına ve arkadaşlarına îtimadı sarsılmıştır. Yılbaşı ertesi çehrelerinin pek çoğu böyle perişandır. Yalnız söz birliği etmiş gibi dillerinden şöyle bir nakarat eksilmez:
-Ama çok eğlendik!”              
 Liselerde okutulan edebiyat ders kitabıyla nice gencin yetişmesinde  hakkı olan Nihad Sâmi Banarlı, 1952-1957 yılları arasında yılbaşına dair böyle düşünmüş, böyle yazmış. Muhakkak ki bu 5 yıla münhasır bir fikir değil, dünya görüşüdür. Bugün kendini aydın ve ilerici sayan bazıları, bu fikirleri okuduğunda merhum yazarı, gerici sayabilirler. Hâlbuki o, zannettikleri kadar dindar veya muhafazakâr değildir. Öyle olsaydı zaten adı geçen gazetede kendine yer bulamazdı. Şu da var ki bugün hayatta olsaydı bu dediklerini yine aynı gazetede yazabilir miydi?
Herhâlde hayır.  
Evet; bir yazımızla birçok konuşmamızda ifade ettiğimiz gibi bu toplum, bugün yazılı olmayan  bir “İçtimâî Mukavele” yapmış belki de çıkışı bu yolda bulmuştur. Tefsiri, “herkesin hayatı kendine” demektir. Ancak böyle olmak ülkemizdeki ve dünyadaki aç, sefil, çıplak ve yoksullara karşı sorumsuz ve nemelâzımcı olmaya hak vermez.
Bir tarafta Doğu Türkistan, Filistin, Somali, Afrikalı açlar, denizin merhametine iltica eden mülteciler, bir yanda israf ve yabancılaşmanın zirvesindeki sorumsuzlar…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.