TÜRKİYE’NİN KİRLİ TARİHİ

A -
A +
“Türkiye’nin kirli tarihi olabilir mi?’’ Zaferler, destanlar, şanlı müdafaalarla emsalsiz sayfalara sahip bir mazide kirlilik ne arayabilir?
Sual, haklıdır. Ecdadımız mübarek, mazimiz temiz, tarihimiz yüz akıdır. Ama buna rağmen Türkiye kronolojisinin bir de kirli tarihi vardır. Bunların bilinmesi lazım. İnsan hayatında aşırı unutkanlık, kaygılandırıcı bir hafıza kaybı olmakla nasıl ciddi bir hastalıksa milletlerin hayatındaki hafıza kaybı da o ölçüde hastalıktır. Bu sosyal alzheimer, yalnızca düne dair, atalara dair iftihar edilecek şanlı vak’aları unutmakla alakalı değildir. Belki ondan daha zararlısı, çeyrek asır, yarım asır, bir ve birkaç asır önce yaşanmış olan yanlışlıkları unutmaktır. Bunların unutulması, tarihten ibret almayı ihmal ettirir, ibret alınmayınca da hatalar, yanlışlar, ziyanlar tekerrür eder.
Bugün 12 Mart 2020. Bugün haberciler, üniversitelerde gençlere, şehirlerin kalabalık caddelerinde vatandaşlara mikrofon uzatıp “Bugün 12 Mart; 12 Mart tarihi size neyi hatırlatıyor?’’ diye sorsalar eminiz ki bu soruya muhatap olanların yüzde 99’u “bilmem, bilmiyorum, fikrim yok!’’ diyeceklerdir. Bugün, 12 Mart’ın ne olduğu; 12 Mart 1971’de Türkiye’de neler yaşandığı hatırlanmazsa hiç şüphe etmemeli ki yarın, 15 Temmuz da unutulur. Şimdi herhâlde üzerinden henüz 4 yıl bile geçmemiş olduğu için 15 Temmuz 2016 Darbe ve İşgal Teşebbüsü hatırlanıyordur. Ancak, bu toplum alışkanlığıyla o da nisyana mahkûmdur. Nisyan, “unutma’’ demek olduğu gibi aynı zamanda “gaflet’’ demektir. Milletlerin zirve günlerini de uçurum zamanlarını da unutmuş olmaları, gerçekten gaflettir. Tarihimizdeki zaferler, başarılar, destanlar zincirini bilmekle, unutmamakla mükellef olduğumuz gibi darbeleri de her şeyi ve her yönüyle bilmek ve unutmamakla mükellefiz.
12 Mart 1971 bir cuma günüydü. Önceki ve sonraki her darbede olduğu gibi o gün yaşanan “darbe’’ de cumaya denk getirilmişti. Hatta cuma saatiyle çakışmıştı. İstanbul’da Horhor Caddesi üzerinde bulunan Kızılminare Mescidi’nden çıktığımızda TRT’nin 13 Haberlerinden öğrendik ki Ordu, TBMM Başkanlığına bir “muhtıra’’ vererek hükûmetin çekilmesini istemiş.
İşbaşında, seçimle gelmiş olan Süleyman Demirel hükûmeti vardı. Başbakan Demirel, AP-Adalet Partisinin genel başkanıydı. Bu parti, kanunen itiraf edemese bile DP-Demokrat Parti’nin devamıydı. 6 dolaylarında kalkınma hızını yakalamış olan AP hükûmeti, bir süredir iki yönden sarsılıyordu. Bunlardan birincisi, çok tehlikeli seyreden sol-sağ kavgaları, diğeri de 1970’de AP’nin ikiye bölünüp milliyetçilerin partiden koparak DP-Demokratik Parti diye ayrı bir parti kurmalarıydı. O “milliyetçiler, muhafazakârlar, dini bütünler’’ aslında güzel insanlardı. Fakat nasıl bir oyuna alet edildiklerini belki yarım asır sonra anladılar belki de bazıları hiç anlamadı. Şanlı Peygamber’in -aleyhisselam- Veda Haccı’nda yöneticilerle alakalı olarak buyurdukları kıstaslar bilinse veya hatırlansa “bir bölen’’ olmayacak, partilerini parçalama sürecine, Türkiye’yi kan kusturan bir geleceğe mecbur bırakmayacaklardı. AP’nin 1970’de ikiye bölünüp içinden DP’nin çıkmasıyla sokak hareketleri azdı. TSK’daki cuntacılar cesaretlendi. Ordu içindeki bir kısım rütbeli ve dışarıdaki bazı sivillerden meydana gelen bir avuç komünist, 9 Mart’ta darbe yapmak için harekete geçeceklerdi. Bunu, herhâlde Başbakan öğrenememiş fakat Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve I. Ordu Komutanı Faik Türün öğrenmişlerdi. Önce, bu darbenin yapılması engellenmiş sonra da 12 Mart günü meclis başkanlığına hükûmetin çekilerek bütün partilerin iştirakiyle tarafsız bir kabine kurulmasına dair muhtıra verilmişti. Bu muhtıra üzerine cuma öğleden sonra Başbakan Demirel, istifa dilekçesini Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a verdi. O gece CHP’nin kıdemli isimlerinden Nihat Erim, partisinden istifa ederek sözde tarafsız olmuş oldu ve Washington’daki Dünya Bankasından ekonomici Atilla Karaosmanoğlu’nun gönderilmesiyle de hükûmet kuruldu. Yeni kabinenin adı “Teknotratlar Hükümeti’’ydi.
9 Mart cuntacıları, tespit edilmeseydi Türkiye bir komünist darbeye yakalanacaktı. Darbecilerin ortaya çıkarılmasında istihbarat önemli rol oynamıştı. İstanbul İktisat Fakültesinde asistan ve aynı zamanda istihbaratta görevli Mahir Kaynak, 9 Mart cuntacılarının içindeydi. Şunu bizzat bize anlatmıştı. Son toplantıdan birindedirler. Artık darbe yapılacaktır. O toplantıya iştirak eden herkes, içeri girerken ceplerinde olan her şeyi dışarı bırakırlar. Mahir Kaynak da bırakır. Cebinde sadece bir kalem kalmıştır. O kalem vericidir. İçerideki bütün konuşmaları nakleder.
Daha öncekiler tarihçilere bırakılsa bile 29 Mayıs 1807 tarihinde III. Selim Han’a karşı yapılan ve ölümüyle neticelenen Kabakçı Mustafa isyanından bu yana gelen bütün isyan, darbe ve gaflet hareketleri ferd ferd her birimiz tarafından bilinmelidir. Bunlar, Türkiye’nin kirli tarihidir. Eğer, o tarih bilinip ibret alınmazsa ağır bedeller ödemeye devam edilir.  
Evet; saltanat yıllarında da darbeler oldu. Fakat parlamenter sistemde her 10 yılda bir darbe yaşandı. Cumhurbaşkanlığı veya Başkanlık sistemine geçmekle darbe yapılması imkânsızlaşmamış olsa bile çok zorlaşmıştır. Ne var ki partilerin bölünüp mevcut iktidarı zaafa uğratmasını önleyecek hiçbir kanuni düzenleme yapma yolu yoktur.  
Bu, ancak insan, vicdan ve ahlakla alakalıdır.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.