ALLAH, DEVLETE-MİLLETE ZEVÂL VERMESİN!..

A -
A +
Medeniyet asırlarımızdan süzülüp gelen ne hoş, ne güzel dualarımız vardır. “Dua Mecmuaları”nda, dua kitaplarında yer alan bu dualardan bazılarını bizatihi Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâm- öğretmişlerdir. Öğretenler, bâzen de âlim, evliyâ, mürşid-i kâmillerdir. Bu duaların, lisana dökülüp hayat bulmasındaki en güzel söylenişleriyse büyük annelerden, büyük babalardan, anne ve babalardan, güngörmüş yaşlılarımızdan, mihrabı bir kartalın dağ doruklarındaki yuvasında duruşu gibi tutan imam-hatiplerimizle, kalbden-ciğerden dua eden herkesten ve çocuklarımızın ahlâk mimarı hanımefendilerden işitilir.
O dualardan biri günümüzle ve mevzumuzla alakalı olduğu için yalnızca onu konuşacağız. Bu dua, o kadar değerli olmasına rağmen günümüzde sanki unutulmuştur. Hâlbuki o dua, aslında bir aşkın da ifadesidir. Maalesef erken Cumhuriyet yıllarında 13-14 asırlık teamül, töre, örf ve âdet aleyhinde çalışılınca devletle-millet arasına soğukluklar girdi. Bunun aksini iddia etmeye hiç lüzum yok. Temennimiz odur ki o yıllar geride kalmış olsun. Geride de kalmalı. Devletle, sıfatı her ne olursa olsun, kendini hatta “devlet” sayma mecnunluğuna düşmüş idarecileri birbirine karıştırmamak icap eder. Biz, ferd olarak da millet olarak da dine, aileye ve devlete karşı olamayız. Bu saydığımız temel değerlere, yâni İslâmiyet’e, nikâhla yuva kurup aile olmaya, devlet nizam ve intizamına karşı olanlar anarşisttir, nihilisttir, bozguncudur, başıbozuk ve sorumsuzdur. Cemiyet hayatında dengenin bir tarafında aile, diğer tarafında devlet, ortadaki ölçü ve hükmü gösteren yerde de İslamiyet, dinimiz vardır.
Dinin terk edildiği, duanın suç sayıldığı günlerden dolayı, şimdilerde sıkça tekrar edilmeyen ve yazımıza tâc yaptığımız dua “Allah, devlete-millete zevâl vermesin” niyâzıdır. Şüphesiz ki böyle bir mânevî güçten mahrum kalmak, yalnızca dediğimiz sebepten değildir. Sebepler çok yönlüdür. Biri devlet gücünün kötüye kullanılması ise diğeri irfan katliamıdır:
Eş anlamlı kelimeler olmadığı hâlde yine o erken dönem bozukluklarından olarak “millet”, “ulus” yapılır, “millî” “ulusal” olur; Türkçe, Moğolcayla Avrupa dilleri arasında ezilen çimene döner, “zevâl” kelimesi hayattan kazınırsa; ağızlarda, dahası -korkarız ki- gönüllerde böyle bir dua kalmaz. Yine korkarız ki ilâhiyat, edebiyat, hukuk… gibi sosyal ilim fakültelerinden mezun olmak üzere olan gençlerimizin haydi “kahir ekseriyeti” demeyelim ama büyük çoğunluğu zevâl kelimesinin anlamını bilmiyorlardır. Öyle ise; eğitim ister toplama kampı gibi bir sınıfa, isterse “online” yapılsın bunlar meselenin şekil tarafıdır. Ruh ve mânâ tarafıysa ne öğretildiğidir.
Bu yazıyı niçin kaleme aldık?
18 Mart 2020 günü Çankaya Köşkü’nde koronavirüse dair çok önemli bir toplantı vardı. Vatandaş, henüz çılgın bir ürküntüde değildi ama sanki o günlerin eşiğindeydi. Mikrop salgını gibi panik salgını da yaşanabilirdi. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında Ankara’da yapılan bu toplantı çok büyük ehemmiyet arz ediyordu. Toplantıya Bakanlar, devletin en üst kademedeki memurları ve iş çevrelerinin en yetkili isimleri katılmıştı. Onlar, aralarında istişare yaparken memleket, bu toplantıya kilitlenmişti. Ya hayat devam edecek veya gök kubbe çökecekti.
3 saat 50 dakika sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, basın vasıtasıyla milletin huzuruna çıktı. Uzun bir konuşma yaptı. Dîne, devlete, millete, duaya, tevekküle aileye inanan, mâziden hız almış ve istikbale yönelmiş bir devlet adamı, bir millet evlâdı konuşuyordu. Borçlu esnaftan, yalnız kalmış yaşlıya kadar onlarca kalem tedbir paketine temas etti. Konuşma samimiydi. İnandırıcıydı ve ümidleri yıkan değil diri tutan bir üsluptaydı. Neticede gök kubbe çökmedi, yarınlar yıkılmadı, ümidler tâzelendi.
Recep Tayyip Erdoğan, bu toplantıyı sevk ve idare etmesi ve bu konuşmasıyla ustalık döneminin zirvesinde olduğunu ispatlamıştır. Eğer, önceki gün bu sakin, emin ve inandırıcı konuşmayla tedbirler paketi açılmasaydı, bugün belki çok kötü haberler işitiyor olacaktık.
Dünya, koronavirüsle sarsılırken Türkiye’nin şu sevindirici manzarada olması tarihî bir hadisedir. Onun için Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ı dinlerken o duayı terennüm ettik:
-Allah, devlete-millete zevâl vermesin!..
Bu duanın ne demek olduğunu faizsiz olarak borcu yeniden yapılandırılan esnafa, maaşı evinde ödenecek emekliye, erkenden bayram ikramiyesini alacak dula, yarına dair kaygısı kalmayan vatandaşa sormalı. Allah’a şükür ki bizim, bugün de yarınımız var. Yarınsız olmak yıkılmaktır…
Bizi asırlardan asırlara taşıyan o muhteşem ve mübarek duayı tekrarlayalım:
-Allah, devlete-millete zevâl vermesin!
Amin...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.