ODAK KİM?

A -
A +
CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay, bir TV kanalında konuşurken sarf ettiği sözler üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve başka siyasetçiler tarafından çok ağır bir biçimde eleştirildi ve hakkında dâvâ açıldı…
Evvela ne dendiğine bakalım:
-Rahmetli Menderes de bir dönem bu dinci odaklara pek yüz vermişti, tâviz vermişti ve onlar, o kadar ileri gitmişlerdi ki Menderes’ten aldıkları güçle ve yüzle. Menderes, sonra ne yapmak zorunda kaldı? Atatürk’ü Koruma Kanunu yapmak zorunda kaldı. Erdoğan’ın sonu da Menderes’e benzemesin umarım.
Türkçesi bozuk olduğu hâlde metni, meâlen yazmak yerine aynen naklettik. Konuşmada vahim olan "Erdoğan’ın sonu da Menderes’e benzemesin" cümlesidir!..
Bu, edilecek bir laf değildir.
Tevili de kabil değildir!
Başvekil Ali Adnan Menderes’in sonu malûmdur. 27 Mayıs 1960 darbe şebekesinin emrindeki ısmarlama mahkeme tarafından idama mahkûm edildi ve iki bakanıyla birlikte 16 ve 17 Eylül 1961’de asılarak katledildiler.
Engin Altay’a göre şehîd Başvekil Adnan Menderes’in suçu neydi? 
Bir dönem "dinci" odaklara yüz vermesi, tâviz vermesi ve onların da Menderes’ten aldıkları güçle çok ileri gitmiş olmaları. Zikredilen "odaklar" öylesine ileri giderler ki Menderes, Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkarmak zorunda kalır. Yani; "Buna rağmen o odakları durduramaz ve kendi eliyle kendi sonunu hazırlar ve hayatı idam sehpasında biter. Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı yolda olmakla temenni etmesem de Menderes’in akıbetine uğrayabilir…"
Bir kere "dinci" ne demektir?
Din, bir mal mıdır ki alıp-satanlar olsun, satıcılara da dinci densin! Bu kelime bir aşağılamadır. Dindarlara hakarettir. Dîndâr, "dînini samimiyetle yaşayan Müslüman" demektir.
Diğer soru:
O "dinci odaklar" kimlerdir? Konuşmacı, isimlerini niçin söylememiştir? Eğer tek bir odak veya hareket kastedilmiş olsaydı onun adını verirdi. "Bu odaklar" dendiğine göre söylenmek istenen farklıdır.
Son soru:
5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ile sözünü ettiği meçhul odakların alâkası nedir?
Sn. Altay, şayet "Ticaniler" denilen devrin bir taşkın grubuna işaret ediyor idiyse söylemeliydi. 28 Şubat 1997 Darbesinden önce sokakları birdenbire "Aczmendiler" denen tuhaf kılıklı adamların doldurması ve Doğru-Yol iktidarı devrildikten sonra bir anda yok olmaları gibi yüzde 53 reyle 14 Mayıs 1950’de DP-Demokrat Parti, seçimi kazanınca Tek Parti Zihniyeti, iktidarı vermeye pek gönüllü olmamıştı. 1946 Seçim ayıbı da tekrar edilememişti. Menderes, Hükûmetini kurdu ve DP iktidar oldu. Bir zaman sonra tıpkı Aczmendiler ve "Atatürk’ün Selanik’te Evi Bombalandı" yalanıyla 6/7 Eylül 1955 Olayları patlak verip de azınlıklar hakkında bir ayıbın işlenip onların dışarı kaçmak zorunda kalmaları gibi DP’ye karşı ilk proje olan bu Ticani garabeti ortaya çıkmıştı. Atatürk heykel ve büstlerini tahrip ediyorlardı. Toplumda fitne ve kargaşa çıkartmaktaydılar. Ülke kalkınacakken icraya çelme takılıyordu. Bunun üzerine 25 Temmuz 1951’de DP’nin teklifiyle "Atatürk’ü Koruma Kanunu" diye biline kanun Meclis’ten geçerek kabul edildi.
DP’nin iktidarı devralmasıyla bu kanunun çıkması arasında 14 buçuk ay geçmiştir. Engin Altay’ın mantığına göre Menderes’i ipe götüren "bu odaklar"ın Ticanilerden ibaret olması gerekir. O sürede sadece onlar vardır. Öyle ise neden "Ticaniler" demiyor da "bu odaklar" diyor?
18 Temmuz 1932’de İsmet İnönü, Başvekil iken Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin bir tamimi ile ezanın Türkçe okunma mecburiyeti getirildi. Aynı mecburiyet 6 Mart 1933’te de salâ için kondu. 1941’e gelindiğinde bu defa İsmet İnönü Reis-i Cumhur, Refik Saydam Başvekildir. Durum ağırlaştırıldı. TCK 526. Maddesine bir fıkra eklenerek ezanı Türkçe okumayanlara 3 aya kadar hapis, 10 liradan 200 liraya kadar para cezası düzenlemesi yapıldı.
DP iktidar olunca 16 Haziran 1950’de çıkarılan bir kanunla "Ezanın Türkçe dışındaki dillerle de okunabilmesi"ne imkân tanındı. "Arapça okunacaktır" denememiştir. Ezân-ı Muhammedî, asli hâliyle, kendi mübarek sözleriyle hapis korkusu olmadan ancak bundan sonra okunabildi.
Engin Altay’ın söylediklerinden çıkan neticeye göre Menderes, esasında ezan için "yüz vermiş, taviz" vermiştir. Ne var ki ortada yüz verilen değil hakkı teslim edilen bir muhatap vardır o da cahil bir odak değil, millettir. Asil milletimiz, 16 Haziran 1950 Günü TBMM’nin önüne toplanarak arzu ve heyecanını izhar etmiş, Meclis de da bunu emir telakki ederek şerefli bir karara imza atmıştır.
Sn. Altay’ın konuşması kendisi için de partisi için de talihsizlik olmuştur. Özür dilemeliydi Hâlbuki o sözünde ısrarcı oldu. Gerçek şu ki özür dileyemezdi. Zira konuşması, bir geleneğe dayanıyor. İsmet İnönü de "seni ben bile kurtaramam!" diye Başvekil Adnan Menderes’e tehdit dolu bir üslupla parmak sallamıştı.
Bu tehdidin 27 Mayıs’ın habercisi olduğu daha sonra anlaşılmıştır.
4 Nisan Muhtırasından sonra böyle bir mes’uliyetsiz konuşmanın olması, dileriz ki tesadüf olsun…   
...
TDK’nın "dindar" kelimesini açıklaması da hatalıdır. İdeoloji telmihi vardır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.