Osmanlı
Medeniyeti, öyle cömert bir medeniyettir ki, bugün Müslümânların elinde
olmayan şehirlerde bile, gayr-i müslimlerin yaptıkları olanca tahrîbâta
rağmen, hâlâ ayaktadır.
Dünkü makâlemizde, bir münâsebetle, birazcık Osmanlı Devleti'nden bahsetmeye çalışmıştık. Osmanlı Medeniyeti,
öyle yüksek ve nimetlerini her yere bol bol saçan öyle cömert bir
medeniyet olmuştur ki, bugün Müslümânların elinde olmayan şehirlerde
bile, gayr-i müslimlerin yaptıkları olanca tahrîbâta rağmen, hâlâ
haşmetle ayakta durmaktadır.
Ayrıca bir hakîkati daha ifâde edelim ki, biraz daha gerilere gidecek olursak, Müslümanların matematik, astronomi, kimya, tıb, botanik, coğrafya... gibi ilim dallarında gösterdikleri mahâret ve buluşları, Avrupa rönesansının ve bugünkü dünya ilim ve tekniğinin temeli olmuştur.
Orta Çağ'da Avrupa, maalesef ilim ve medeniyet bakımından tamâmen karanlık bir devir yaşamıştır.
O zamanda insanların, her sahadaki ilim ile uğraşabilmesi, Hıristiyân
papazların tekelindeydi; onlar bu hususta kimseye izin vermiyorlardı.
Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrâfı duvar çevrili zannederlerken;
Müslümanlar, yerküresinin yuvarlak olup döndüğünü bulmuşlardır. Galileo (1564-1642), İslâm âlimlerinin kitaplarından okuyarak öğrendiği, "Dünyanın yuvarlaklığı ve batıdan doğuya doğru döndüğü" hakikatini söyleyince, papazlar tarafından aforoz edilmiş, hapsedilerek öldürülmesine karar verilmişti. Ondan önce Kopernik (1473-1543) ve ondan sonra da Newton'un (1642-1727) başına gelenler de bundan az değildir.
Ama aynı çağda Müslümânlar, her türlü ilimde, fen ve sanatta en yüksek medeniyet eserleri meydana getirmişlerdir.
Ayrıca Emevîler İslâm dînini, İspanya'dan, Avrupa'ya sokmuşlardır. Fas,
Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, Batı'ya ilim ve fen ışıkları
saçmışlardır. Hıristiyânlık âlemini uyandırıp, bugünkü ilim ve
teknikteki ilerlemenin temelini atmışlardır...
Târih
boyunca, Müslüman âlimlerin, göz ameliyatından çiçek aşısına, matematik
kâidelerinden astronomi hesaplarına, kan deverânından eczâcılığa kadar her sahada ulaştıkları yüksek seviye, İslâm medeniyetini süsleyen kıymetli mücevherler gibidir.
Şu
bir gerçektir ki, bugüne kadar insanların elde ettikleri hiçbir fen
bilgisi, hiçbir ilmî keşif/buluş, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîfte
bildirilenlerin dışında olmamış ve aksini söylememiştir.
İslâm
memleketlerinin çeşitli şehirlerinde kurulan medreselere
(üniversitelere), Avrupa ülkelerinden talebeler gelip ilim
öğrenmişlerdir.
Batılı, insâflı bazı bilim
adamları Müslümân ilim adamlarının eserlerini tedkîk ederek
hayranlıklarını belirtmekte, ilmin öncülerinin onlar olduklarını teslîm
etmektedirler...