Hakiki ilim sahipleri tevazu ehli olurlar...

A -
A +
Hakîkî ilim, insanı önce kendini bilmeye, sonra da Rabbini bilmeye götürür. İlmi arttıkça tevâzuu artmayan, kibir ve gurûra kapılanlara, aslında âlim denmez.     Allahü teâlâ, insanlara, muhtaç oldukları her türlü nimeti lütfetmiştir. Hava, su, akıl, vücut uzuvları, eşler, çocuklar, kâinâttaki her şey, insanların hizmetine verilmiştir. Bu nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bu konuda, zaman zaman naklettiğimiz âyet-i kerîmeler de vardır. Ayrıca Cenâb-ı Hak, bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, onlara saâdet yollarını göstermiş, iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyi öğretmiştir. Bu “Peygamber”leriyle, insanların dünyâda ve âhirette rahat etmeleri, huzur içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emirlerini ve yasaklarını, yani ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır. Yüce Allah, bütün kullarının, verdiği nimetlere şükretmelerini, îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve bunları emretmiştir. İnanan insanların da kardeş olduklarını ilân etmiştir. İslâmiyette ilim ve âlimler (ilim sahipleri) çok övülmüş, cehâlet ise kötülenmiştir. Böyle olmasına rağmen;  ilim bir maksat değil, bir vâsıta sayılmıştır. İlim, insana Rabbini tanıtan ve onu kulluğa sevk eden bir merhale kabul edilmiştir. İlmin, amele (fiiliyâta, işe) dönüşmesi hâlinde kıymetli olduğu, böyle olmayan bilgilerin insanlığı cehâlete götürdüğü bildirilmiştir. Hattâ bu 2. kısma “faydasız ilim” denilmiştir. Hakîkî ilim, insanı önce kendini bilmeye, sonra da Rabbini bilmeye götürür. İlmi arttıkça tevâzuu artmayan, amelleri ve ahlâkı olgunlaşmayan, kibir ve gurûra kapılanlara, aslında âlim denmez.Şüphesiz ki, ilim erbâbı ve eğitimciler için nümûne-i imtisâl yani örnek insan, ideal eğitimci, bundan 14 asır evvel, tek başına tebligata başlayarak 23 sene gibi çok kısa bir zaman zarfında, târihin bir benzerini görmediği ve kıyâmete kadar da göremeyeceği 150.000 kâmil insânın meydana gelmesine vesîle olan, “Asr-ı Saâdet”in başmimârı Peygamber Efendimizdir.Sevgili Peygamberimiz, önce Mekke’deki hemşehrilerine, sonra Tâif’teki, daha sonra Yesrib[Medîne]’deki insanlara, bilâhare bütün insanlığa, senelerce hakkı, hakîkati teblîğ etmiştir. Ama nasîpli olan az bir grup dışında, diğer insanlar maalesef îmânla şereflenememişlerdir. Hâlbuki Peygamberimizin ve diğer bütün Peygamberlerin hedefleri, insanların dünyada huzur ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.Peygamberlerin vârisleri olan İslâm âlimleri ve evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, iyi âileler ve iyi cemiyetler teşkil etmek için uğraşmışlardır. Bilindiği üzere, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, memleketine, vatanına ve devletine, tüm Müslümânlara, hattâ bütün insanlığa faydalı birer unsur meydâna getirmektir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.