"Çocuk gibi durduğuna bakma, on üç yaşında!"

A -
A +
Lokma boğazında kaldı Hale’nin, az kalsın tükürecekti. Yutmayı kolaylaştırmak için çaya davrandı...
 
Nahit, içki müptelası bir adam değildi aslında… Ama çok sigara içiyordu.
Hale oralı olmadı.
- Yatalım mı, dedi bu kez.
Hale yine duvar gibiydi.
- İyi o vakit, ben yatıyorum, dedi soldaki bordo boyalı tahta kapıyla girilen boş odaya gitti Nahit.
Defalarca uyuklayıp uyanarak, elbiselerini çıkarmadan Kars’taki ilk gecesini o salonda, o sert sedirde oturarak geçirdi Hale.
             ***
Son uyanışında nerede olduğunu hatırlaması birkaç saniyesini aldı. Kadının dışarıdan bir tabak içinde küflü peynirle girdiğini görünce yerinden zıpladı:
- Özür dilerim, uyuyakalmışım.
Kadının yere bir dastar serdiğini, üzerine somun ekmekleri ve bal koymuş olduğunu gördü. Kadın peyniri de yer sofrasına bırakıp tekrar çıktı. Bu kez buharı tüten bir tava kuymakla girdi.
Hale sofraya göz atınca, “Annemin sofrası gibi, aynı yiyecekler” diye geçirdi içinden… “Bir tek babamın gözdesi helva eksik…”
İçi acıdı, canı yandı, iştahı kaçtı.
Nahit uyanmamıştı henüz.
Hale güneşin tam karşıdan vurduğu kapı önüne çıkınca gözleri kamaştı. Sağ taraftaki evin verandasında bir kadının sofra bezi silkeleme sesine döndü; kadın hareketini dondurup dikkatli dikkatli Hale’ye baktı.
Hale korku ve utançla içeri girdi.
Geceyi geçirdiği sedire oturdu. Kadın odadan kucağında zorlanarak getirdiği çocuğunu tabla arabaya bırakıp, yere, sofraya oturdu. Üç bardağa çay doldurdu. Hale kendisi için de bardak doldurulduğunu fark edince, tren vagonunun dar koridorundan geçtiğinde bir an kaloriferin sıcak üfürmesini hissetmesi gibi içinden belli belirsiz bir sıcaklık geçti.
Kadın asık suratını değiştirmeden ve Hale’ye bakmadan:
- Gel ye, dedi, ekmekten bir parça koparıp kuymağa daldırdı, yemeye başladı.
Hale kararsız, çekingen, tepkisiz kaldı bir süre. Çocuğun arabasının hemen dibindeki ibrik ve leğenin yanına geçti, elini yüzünü yıkadı.
Soldaki kapı açıldı, Nahit akşam odaya girdiği kıyafetle çıktı, sofraya oturdu.
- Neyi bekliyorsun, dedi Hale’ye, gel hadi!
Hale, Acısu’dan birlikte ayrıldığı andan itibaren Nahit’te karşılık vermeyi imkânsız kılan bir konuşma biçimi olduğunu fark etti; lafı dolandırmadan doğruca söylediği sözlerle Hale’yi silindir gibi ezip geçiyordu.
Kalktı, sofranın boş kısmına, çocuğu tam karşıdan gören yere oturdu. Nahit, Hale’nin çocuğa baktığını fark edince:
- Bu, Nilüfer Hanım, dedi. (Çocuğa döndü, gülerek dudaklarını büzdü, kafasını salladı.) De mi kızııım? Ha? Öyle miiii? (Hale’ye döndü.) Bakma öyle çocuk gibi durduğuna, on üç yaşında ablası.
Lokma boğazında kaldı Hale’nin, az kalsın tükürecekti. Yutmayı kolaylaştırmak için çaya davrandı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.