Bir üvey babam vardı artık!..

A -
A +
Gözyaşlarım cama vuran yağmur damlalarına karışıyor, izlediğim Vatan Caddesini bulanık hâle getiriyordu.
 
Annem teklif dahi etmemişti. Haklıydı; çünkü kendisi bir bilinmeze gidiyordu, bana ne diyebilirdi ki?
Ben ise, dayımın onları otogara götürdüğü arabasına bile binmemiştim. Kapı önünde vedalaşmıştık. Anneannem ağladı; ben, şartsız ve sınırsız sevgimin yara alması sebebiyle olacak, ağlamadım. Annem ise sanırım bizleri üzmemek için metin görünüyordu. Gözünden yuvarlanıp karnına doğru düşen yaşı göstermemek için havada yakalamak ister gibi bir refleks göstermişti. Küçük, sessiz, savunmasız kızını vahşi ve kaba dünyaya karşı korumasız bırakıp gittiğini düşünüyordu belki de.
“Eş durumundan” tayinini Mersin’e yaptırdı annem.
Özetle, boşta gezer bir üvey annemden sonra, ilkokul öğretmeni bir üvey babam vardı artık.
Ben ise anneannedeyim yine. Kızının boşalttığı evde iç çekerek, “Çocuklarını doğuruyorsun ama gönüllerini şekillendiremiyorsun. Kiminle gideceklerine sen karar veremiyorsun” diyen anneannemde. Dayımla birlikte.
         ***
Anneme hem kızgın, hem kırgındım ama sesini duymak için deliriyordum.
Gideli on gün oldu, aramadı.
Ders çalışmaya ara vermiştim; gözyaşlarım cama vuran yağmur damlalarına karışıyor, izlediğim Vatan Caddesini bulanık hâle getiriyordu. Sağanağın içinde arabaların fren lambaları sigara ucu gibi parlayıp sönüyordu.
Telefon çaldı!
Tabii ki annemdi:
- Nasılsın kızım benim?
- Teşekkür ederim anne, asıl sen nasılsın?
- Ben iyiyim kızım. Arayamadım kusura bakma. Yerleşmeydi, yeni iş yeriydi. Ancak fırsat oldu.
Son derece haklı bir soru olduğunu biliyordum ama “Bir telefon etmenin fırsatı mı olur anne?” diye sormadım.
- Sen iyi ol da… dedim.
- Anneme, Bekir’e, komşulara selam söyle, iyiymiş annem de, kapatıyorum şimdi. Sesini duymak istemiştim.
Neredeyse cevap bile beklemeden kapattı annem.
“Herhâlde çok yazmasın diye” dedim kendi kendime.
Annem telefonda ağlamış mıydı yoksa kapatırken?
         ***
Yanlış hatırlamıyorsam annem evleneli beş ay civarında olmuştu ve ben annemin sesini galiba üç kez -kısa konuşmalarla- duyabilmiştim.
Kendisini ise, bir ikindiüzeri okul dönüşü, kapı önünde buldum! Ben çanta ile liseden, o bavulla hayat okulundan dönmüştü!
- Çok cefa çektim, kesin dönüş yaptım, demişti yüzünde gözyaşlarıyla mahcup gülümseyerek. 
O gece boyu bana ve anneanneme ağlayarak anlatmıştı.
- Adam psikopat çıktı. Sabretmeyi denedim, olmadı. Gider gitmez başladı. Ev telefonunu iptal ettirdi; yolda, işte sürekli gözetim altında tuttu. Neymiş, eski kocamla görüşürmüşüm.
- İyi bir adama benziyordu hâlbuki, diye üzüntü ile alt dudağını büzdü anneannem.
- Ah anne... Denizde boğulmak üzere olan bir insanın nefes almak için ağzını açması sebebiyle daha büyük tehlike yaşaması gibi sürekli tıkanıyordum. 
Mersin’de bir yer var; ilk günler beni gezmeye götürmüştü Narlıkuyu diye bir bölgede, iki ayrı çukur. Birinin adı Cennet Çöküğü, öteki Cehennem Çukuru... İşte benim yüz elli sekiz günüm ikincisinde geçti...
“Zaten benim hiç gözüm tutmamıştı adamı” demedim.
- Komşudan mı arıyordun beni, diye sordum.
Başını eğdi:
- Hepi topu üç kez aradım, biri komşudan, ikisi iş yerinden. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.