Evlenmemiş olmak değil de çocuk tek pişmanlığım...

A -
A +
Ankara’dan buralara kadar geldin, kusura bakma. Diplomasi dünyası da, Ankara da, evlilik de kapandı benim için.
 
 
Fransa’daki dört buçuk yıllık hayatım bitmiş, Ankara’da Turizm Bakanlığı Dış İlişkiler Başkanlığı’nda mütercim olarak çalışmaya başlamıştım.
Bakanlığın misafirhanesinde daha ilk gecemi geçirmiştim ve sonrasında Ankara’nın benim için kapkara olacağı belli olmuştu.
Geldiğimi, yerleştiğimi, işe başladığımı bildirmek için telefon ettiğim İstanbul’daki sağlık ocağında, üç ay önce mide kanseri teşhisi konulan Yahya Amcamın komaya girdiğini öğrendim.
Korku ve panikten kulaklarımın uçlarının ısındığını, yüreğimin sıkıştığını hatırlıyorum.
Bir ara hastaneye yatıp çıktığını duymuştum ama hastalığının türünü ve bu kadar hızlı ilerleyeceğini tahmin etmemiştim.
İşe başlamadan, İstanbul’a gitmek üzere yola çıktım.
Yetişemedim.
Ben yolda iken üvey babam Yahya Amca vefat etmişti.
Beş ay önce beni mutlu mesut Paris’e yolcu ederken bıraktığım annemi bu kez perişan buldum.
Sonrası malum; hem iktidarın değişmesi hem yeni kadrolaşmalar sebebiyle bakanlığın tadı tuzu kalmadı.
Dört aylık zorlu bir tecrübeden sonra istifa edip İstanbul’a geldim.
Gönlümün ve çocukluğumun şehri İstanbul’a uzun aradan sonra dönmüş olmak kolay olmadı. İşsiz kaldım.
Dayım evlendi, çocukluğumun o yorgun ama gururlu evini kendisine ait bir hane yaptı. Ev tutmak zorunda kaldım.
İş ve taşınma telaşındayken anneannem öldü. Hayatına, imanına, şanına yakışır şekilde; namaz kılarken!
Televizyonculuk zerrece yoktu aklımda… Tamamen bir tesadüftü. Dış Haberler Servisinde göreve başladım ve bugünlere geldik.
Annem üçüncü, babam ikinci evlilikten sonra benim evime yerleşti. Tekrar nikâh kıydılar.
Biliyorsun; annemin adı Aydan… Babamın adı Latif… Birinin ilk, ötekinin ikinci hecesiyle benim adımı üretmişler; AyLa... Hep bir arada yaşayalım diye…
Ancak, Fatih’te evimize çok yakın adliye binasının bodrum katında, o idrar ve küf kokan izbe koridorda ayrıldıktan otuz yıl sonra beraber olabildik.
Senin nazik ve kıymetli evlilik teklifini kabul edemem Osman Nuri… Bu iki insanla bir yere sığmam ben… Babam altmış yedi, annem altmış dört yaşında… İkisi de hasta… Ben ise artık kırk oldum. Benden geçti.
Evlenmemiş olmak değil de çocuk tek pişmanlığım... Bir çocuğum olsun isterdim, huzurla büyüteceğim… Dağılmamış, parçalanmamış, bacasından mutluluk tüten bir ailede, tercihe zorlanmamış, yeni anneler, yeni babalar tanıtmayacağım bir çocuğum olsun isterdim.
Çünkü şunu çok iyi biliyorum ki, çocukluktaki acılar unutulmaz, hiç unutulmaz. Bir araz gibi, sakatlık gibi yanında taşır insan bir ömür boyu…
Annemle babamın ben küçükken ayrılmasının bendeki en büyük yan etkisi, hayatım boyunca terk edilme ve ansızın yalnız kalma korkusu oldu. Hep öz güven yoksunu kaldım ve her zaman sevildiğimden emin olmakta zorlandım.
Ankara’dan buralara kadar geldin, kusura bakma. Diplomasi dünyası da, Ankara da, evlilik de kapandı benim için. Lütfen beni mazur gör. Lütfen.
             ***
İstanbul Yeşilyurt sahilinde, çok sayıda geminin demirlediği denize nazır balkonda,
Peki, diyerek ellerini iki dizine vuran Osman Nuri ayağa kalktı. Bana açıldığın için, heybende ne var ne yoksa döktüğün için teşekkür ederim.
Saatlerdir anlatmaktan, çeşitli duygu savrulmaları arasında gidip gelmekten yorulan Ayla’nın hareket etmesine ve kendisini geçirmesine fırsat vermeden çıktı, çabucak kapıyı kapattı ardından...
                -SON-
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.