Hakan, korkak adımlarla çocuklara yaklaştı!..

A -
A +
Hepsinin yüzü kir pas içindeydi. Birisi yanındaki kese kâğıdının içinden bir parça simit çıkartıp uzattı Hakan’a...
 
 
Hakan, korkuyla dinlendikten sonra tekrar hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Açık bir araziye geldiği zaman etrafına bakındı. Şehrin kalabalıklığından uzaklaşmıştı. Kendini emniyette hissetti bir anda. Rahatlamıştı. Oysa geldiği yer Topkapı surlarının altındaki bölgeydi. Bir taşın üzerine oturduğu sırada az ötesindeki ağacın altında uyuyan kendi gibi üç küçük çocuğu gördü. Çocuklardan biri gözlerini Hakan’a dikmişti. Hakan dudaklarını yalayarak baktı küçük çocuğa. Çocuk en fazla yedi yaşlarındaydı. Diğerlerini uyandırdı bakışlarını Hakan’dan ayırmadan. Uyanan diğer çocuklar da meraklı gözlerle süzmeye başladılar onu. Nihayet içlerinden en büyüğü yerinden kalkıp Hakan’ın yanına yaklaştı:
- Adın ne senin?
Hakan yutkundu:
- Hakan...
- Nereden geliyorsun?
Omuzlarını kaldırdı küçük çocuk. Bilmiyordu.
- Anan baban yok mu senin?
Korkuyla başını iki yana salladı:
- Yok...
- Gel... Bizim yanımızda dur...
Hakan korkak adımlarla çocuklara yaklaştı. Onların yanına oturdu. Hepsinin yüzü kir pas içindeydi. Birisi yanındaki kese kâğıdının içinden bir parça simit çıkartıp uzattı Hakan’a:
- Al ye ufaklık...
Küçük çocuğun karnı açtı. Teklifi tekrarlatmadan aldı simidi. Bir lokma ısırdı. Biraz sonra dördü birbirlerine sokulup yeniden uyumaya başladılar. Ama uzun sürmedi. On sekiz yaşlarında bir delikanlı onların yanına yaklaştı ve ayakkabısının ucuyla hepsini, dürttü:
- Kalkın bakalım ufaklıklar, reis sizi yanına istiyor. Yürüyün...
Hakan’ı görünce garip bir ifade belirdi yüzünde:
- Bu da kim? Nereden çıktı bu?
Çocuklardan büyük olanı atıldı:
- Yeni arkadaşımız. O da bizimle gelecek!
            ***
Yaşar sallanarak caddeye çıkmıştı. Ağzının içi zehir gibiydi. Hakan’ın gitmesine sinirlenmişti ama onun asıl üzüntüsü yağlı bir kapıdan alacağı paranın hayal olmasıydı:
“Utanmaz velet, kılımı kıpırdatırsam namerdim, baksın başının çaresine…”
Kahveden içeriye girdi. Çay ocağına seslendi:
- Ustam, bana bir çay, tavşan kanı gibi olsun ha...
Bu sırada tam yanı başında tanıdık bir ses duydu:
- Ooo, hayırlı sabahlar Yaşar Bey!
Hızla döndü. Arkadaşı Haydar’dı. Korkmuş gibi yaptı:
- Yahu böyle kulağımın dibinde! Ürküttün beni.
Haydar kısık gözleriyle dikkatle bakıyordu onun yüzüne, başını salladı manalı bir şekilde:
- Ürküttüm ha, iyi yapmışım. Duyduğuma göre salonda bir servet kaybetmişsin. Nereden buldun parayı?
Yaşar omuzlarını silkti:
- Nereden olacak, buldum bir yerden... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.