Yolun güzelliğine alışmak...

A -
A +
Geçenlerde Çamlıca tarafına gittim. Boğaz Köprüsü'nden geçerken yan tarafımda bir araba dikkatimi çekti. İçinde dört kişilik bir aile vardı. Kıpır kıpırlardı. Bağırıyorlar, selfie çekiyorlar, geçiş anında hiçbir saniyeyi boşa harcamıyorlardı. Camı açıp kulak kabarttım. Galiba Fransızca konuşuyorlardı. Arabanın içinde bir kıtadan diğerine geçişin ve Boğaz'ın eşsiz manzarasının heyecanı vardı. Sonra diğer arabalara baktım ve trafikten bunalmış yüzler gördüm. Dünyanın belki de en güzel manzaralarından birisi iki taraftan tüm ihtişamıyla aktığı hâlde, başlarını çevirip bakmıyorlardı bile. Gözler navigasyon cihazında, kafalar işteydi. İki kıtanın kucaklaşması bitti. Çamlıca sapağından dönerken, bulunduğu yolun güzelliğine alıştığı için heyecanını kaybetmiş yolcuları düşündüm. Dönüşteyse trafiğin sıkışmasını fırsat bilip köprüde en sağa yanaştım ve aşağıya baktım. Muhteşem bir manzara vardı. Gün boyu açıklarda masmavi çırpınan deniz, soluklanmak için kıyıya uzanmış dinleniyor gibiydi. Şehrin ışıkları denize dökülmüş ıslak ıslak titrerken, İstanbul sanki bir şiirin ilk mısraına yerleşmek için hazırlık yapıyordu. Navigasyonu kapatıp camları açtım. Boğaz'ın mis gibi havasını ciğerlerime doldurdum. Ve Ortaköy Camii'nde yatsı ezanı okunurken, bulunduğum yolun güzelliğini düşünüp şükrettim.     The Kapak   Tabii şükretmek ve gurur duymak için sadece şu anda bulunduğumuz değil, geldiğimiz yola da bakmak lazım. Çünkü o konuda da heyecanımızı kaybetmiş gibiyiz. Yıllar önce Süleymaniye Kütüphanesini ziyaret ettiğimizde, kütüphane müdürü anlatmıştı. Amerika’dan bir grup araştırmacı kütüphaneye gelmişler. Kütüphane müdürü bilgi verirken Amerikalı bir akademisyenin tavırlarından hiç hoşlanmamış. Adam etrafa küçümser bir edayla bakıyor, arada bir lafa girip Amerika’daki büyük kütüphanelerden bahsediyormuş. Bir ara elini kaldırıp, “Bu kütüphanede en eski kitap kaç yıllık?” diye sormuş yine küçümser bir ses tonuyla. Bizim kütüphane müdürü fırsatı kaçırmamış ve hemen cevabı yapıştırmış. “Onu bilmiyorum ama kütüphanemizdeki en yeni kitap Amerika’dan daha eskidir.”   Gündeme getiremediklerimizden misiniz?   Okullarda yaşanan bir problem var. Öğrencilerin durumunu görüşmek üzere öğretmen toplantısı yapılır. 30 kişilik sınıfta en çok problem çıkaran bir öğrenci saatlerce konuşulur. Sonra kalan 29 kişi hızlı bir şekilde geçilir ve toplantı biter. Forbes dergisi tarafından başarılı gençlere verilen ödüllerde de aynı şeyi yaşadık. Ödül alan 29 kişi yerine, ödül almayan bir kişiyi konuştuk ülke olarak. Asıl konuşulmayı hak edenler de gündeme gelmek için kavganın bitmesini bekliyorlar. Ama kavga bittiğinde muhtemelen nur topu gibi başka gündemlerimiz olacak. Sosyal medya bizi öyle bir noktaya getirdi ki çatışmadan ve kavga etmeden duramıyoruz. Kimin haklı, kimin haksız olduğu çok da önemli değil. Çünkü tartışırken meselenin özünü kaçırıyoruz. Kargaşanın ve gürültünün etkisiyle, kimse neyi, niçin yaptığını bir an bile durup düşünmüyor. Hâlbuki ne, nasıl ve niçin soruları çok önemli. Çünkü her soruda insan bir kat daha derinleşiyor. Öyleyse insan bazen durup kendine şu soruları sırasıyla sormalı; 1- Ne yapıyorsun? 2- Nasıl yapıyorsun? 3- Niçin yapıyorsun? Soru kelimesini sabit bırakıp, fiili değiştirerek soruları çoğaltabilirsiniz. İnanın çok işe yarıyor. En azından şunu çok iyi anlıyorsunuz… Eğer üçüncü soruya cevap verirken zorlanıyorsanız, birinci ve ikinci sorunun cevabı çok da önem arz etmiyor!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.