Eğitim sosyal mesafeyi kaldırmaz!

A -
A +
“Okulsuz toplum” kavramı ilk kez 1971 yılında Ivan Illich tarafından ortaya atılmıştır. Illich, okulu devletin ideolojik bir aygıtı olarak görür. Öğrenmenin okuldan ve öğretmenden bağımsız bir süreç olması gerektiğini iddia eder.
Okulların böyle bir rolünün olduğunu reddetmek imkânsız. Çünkü sonuçta her devlet, kendi yönetim anlayışını kitlelere benimsetmek için okulları kullanmıştır. Yani okullar bir şekilde devletle toplum arasında bir ara buluculuk görevi üstlenmektedir.
Bernard Shaw da “Okul yüzünden eğitimime uzunca bir süre ara vermek zorunda kaldım” derken, aslında okulların iktidara bağımlı, ideolojik bir araç olduğu gerçeğini eleştirmiştir.
Bu konu çokça tartışıldı ve tartışılmaya da devam edecek. Ama virüs sebebiyle öğrencilerin okuldan uzak kaldığı bu dönemde, tüm bu politik tartışmalardan bağımsız olarak yüz yüze eğitimin değeri çok net olarak anlaşılmıştır.
 
Pijamayla ders dinlemek
 
Yaklaşık bir buçuk aydır öğrenciler okula gitmiyorlar. Televizyonda dersler yayınlanıyor, canlı dersler yapılıyor. Peki, acaba okula gitmeden eğitime devam etmek öğrencileri memnun etti mi?
İlk bir iki hafta hoşlarına gitti belki. Evde olmak, bilgisayarın veya televizyonun karşısında pijamayla ders dinlemek fena bir fikir değilmiş gibi geldi. Ama üçüncü haftadan itibaren sıkılmaya başladılar. Çünkü yüz yüze eğitimin samimiyeti, makine karşısında bulunamadı. Ekran iletişimi, akran iletişiminin yerini alamadı.
Öğrenciler bilgisayar ekranında dersi en iyi anlatan kişiyi değil, kendi öğretmenlerini görmek istediler. Aslında bu da öğretmenin, kendi branşına ait konuları öğretmekten öte bir rolü olduğunu hepimize bir kez daha hatırlatmış oldu.
“Okulsuz toplum” tartışmaları ayrı bir konu. Ama yok efendim gelecekte öğretmenlik mesleği kalmayacakmış… … Zamandan ve mekândan bağımsız esnek bir öğretim süreci verimi artıracakmış falan filan…
Bunların hepsinin hikâye olduğu ispatlandı. Çünkü insanla insan arasına ekranın girdiği performanslarda, merkeze alınan şey seyir zevkidir. Ama eğitim ve öğretim, seyredilecek bir şey değildir. Sonuç alabilmek için bizzat içinde olmanız ve aktif rol almanız gerekir.
Mecburi durumlar haricinde seyirci koltuğunda patlamış mısır yiyerek eğitim alınmaz. Alınırsa da eğitimle çözüm bulunmaya çalışılan birçok mühim meseleye seyirci kalınır.
 
Poşet çay, demlenmiş çay
 
Bundan sonraki dönemde özellikle destek eğitim faaliyetleri için uzaktan eğitim daha sık bir şekilde kullanılacak. Bunu yaşayıp göreceğiz. Ama insanlar uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimin yerini alacağıyla ilgili öngörüde bulunurlarken, artık daha temkinli olacaklar. Çünkü en azından temel eğitim döneminde, uzaktan eğitimin gerçek eğitimle uzaktan yakından bir alakası olmadığı görülmüş, eğitimin sosyal mesafeyi kaldırmadığı anlaşılmıştır.
Çünkü insan sahne dışına itildikçe sahnenin büyüsü kaybolmakta, makineye bağlı bir öğretim uygulaması, donuk, mat, ruhsuz ve mekanik bir eylem olmaktan öteye geçememektedir.
Hiçbir öğrenci, yaşlandığında Youtube’da seyrettiği bir dersin öğretmenini hatırlayıp, duygulanmaz. Çünkü insana dokunmayan bir öğretim metodu, gönüllere de dokunamaz.
Veya şöyle söyleyelim. Gözden ırak olan bir eğitim sistemi, gönülden de ırak olur.
Uzaktan eğitim kısa mesajla bir dostun hâlini hatırını sormak gibidir. Yüz yüze eğitim ise sıkıca sarılıp kucaklaşarak, hasret gidermektir. Birincisi karton bardakta poşet çay içmeye benzer. İkincisi ise demlikten ince belli bardağa dökülen taze çay kadar keyiflidir.
Bunları ben de öğretmen olduğum için söylemiyorum. Sonuçta yaşıyoruz, görüyoruz.
Elbette teknolojiye karşı değiliz. Ama şunu da unutmamak lazım!
Edison ampulü keşfetti ama biz hâlâ en keyifli yemekleri mum ışığında yiyoruz.
Kalın sağlıcakla...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.