İhtiyaçlar anarşisi

A -
A +
İnsana dair ihtiyaçların belki de en çok çeşitlendiği bir dönemden geçiyoruz. Maslow’un ihtiyaçlar temelinde oluşturduğu hiyerarşik yapı, anarşik bir düzene doğru ilerliyor. Özellikle popüler kültürle birlikte ihtiyaca dönüşen eğlence sektörü, aç ayıyı bile oynatıyor. İnsanın kendisini gerçekleştirmesini geciktirmek için hiyerarşiye bir sürü yeni basamak eklenmiş durumda. Ve piramidin boyu her geçen gün uzamaya devam ediyor. Eklenen bu yeni basamaklardan en etkili olanı ise, online olma ihtiyacı!   Alabama Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, evsiz gençlerin %75’i sosyal medya kullanıcısıymış. Amerika’da bir Telekom şirketi mobil kullanıcılarla bir anket yapmış. Bu ankette “Kahve mi, internet mi?” diye sormuşlar. Katılanların %55’i “Kahve olmasa da olur, yeter ki internetimi kesmeyin!” diye cevap vermişler. Aynı araştırmada ankete katılan her beş kişiden birisi, “Sosyal medyaya erişimim kesilmesindense, bir hafta ayakkabısız gezmeyi tercih ederim” demiş. Yani Maslow kusura bakmasın ama piramit yerle bir! Çünkü insanlar birinci basamaktan direkt üçüncü ve dördüncü basamağa atlamış durumdalar. Kötü şartlarda yaşayan, evine zor ekmek götüren bir kişinin takipçi sayısını artırma isteği veya asgari ücret alan birisinin son model telefona sahip olması bunun bir ispatı aslında. Sosyal medya için içerik üretme telaşındaki milyonlarca insan, tükettiği zamanın ve enerjinin farkında değil. Popüler kültürün en büyük tuzağı da bu zaten! İnsana tüketim yaptırırken üretim yapıyormuş hissi vermesi… Tıpkı köle gibi çalışan insanların, kendilerine yatırım yapıyormuş gibi hissederek mutlu olması gibi… Sonuçta zaman hızla akıyor. Ve biz yalınayak, başı kabak takipçi kovalarken, aslında nefes nefese kendimizden kaçıyoruz. Ama elbet bir gün bir yerlerde kendimizle buluşacağız. Hiçbir şey üretmeden geçen yılların ardından bakarken, “Vay be! Ömrüm nasıl da boşa geçmiş” diyeceğiz. Her şey bir anda anlamsız gelecek. İşte biz o gün, tükeneceğiz.   Küreselleştiremediklerimizden misiniz?   İhtiyaçların küreselleşmesi de ayrı bir konu. Coğrafyadan, kültürden ve geleneklerden bağımsız bir ihtiyaç listesi oluşmuş durumda. Bu listeyi oluşturanlar, oryantasyon programını da dosya eki olarak göndermeyi ihmal etmiyorlar. Yani küreselleşme bir yandan “birleşme” vurgusu yaparken, bir yandan da farklılıklar üzerine gidiyor. Ve globalle yerelin bu zoraki buluşmasında zihinler iyice bulanıyor. Küresellik markasıyla yerelin reklamını yapmak ilginç bir paradoks! Ama görünen o ki işe yarıyor. Çünkü yabancı markaların bize şirin gözükmek için yaptığı her türlü numarayı afiyetle yiyoruz. Amerikan pizza firması “Kayseri Ateşi” menüsü sunuyor mesela. Türkiye’ye giriş yapan yabancı bankalar, reklam panosuna hemen ince belli bardakla, simit yerleştiriyor. Şalvarlı teyzeler neşeyle kıtır kıtır cips yiyor. Kimi "glokalizasyon" diyor buna, kimi "küyerelleşme…" Adı ne olursa olsun, bu bir pazarlama stratejisi. Yani reklamlara kanıp markalarla duygusal bir bağ kurmamak lazım. Sonuçta amaç belli işte. Adamlar ne kadar bizden biriymiş gibi görünürse, o kadar çok satacak. Dini siyasete alet edenlere kızıyoruz ya! Biraz da yereli, küresel ticarete alet edenlere kızalım bence. Çünkü böyle giderse, Coca Cola yakında nafile oruçlara başlayacak!   Hasta ziyareti!   Geçen hafta sonu bir deniz kenarına gittik. Hep ekranlarda gördüğüm deniz salyasıyla bayağı bir mesai yaptık. Denizin midesi bulanmış, istifra ediyor gibi geldi. Ve inanın çok moralim bozuldu. Gittiğimiz kısa tatilden, hasta ziyaretinden döner gibi döndük. Hastalık sadece denizde değil tabii. Kutuplar soğuk soğuk terliyor. Şehirler bronşit olmuş kuru kuru öksürüyor. Ormanlar ateşler içinde yanıyor. Kıyamet iyice yaklaştı herhâlde. Çünkü dünya resmen yatak döşek yatıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.