Yeşil gözleri ıslaktı...

A -
A +
Gözleri yeniden dolu dolu oldu. Emre Can’ının evlat kokusu gelmişti burnuna.
 
 
Herkes kapabildiğini kaptıktan sonra çekip gitmişti. Kimi biraz olsun zararını çıkarttığı için memnun, kimi ise homurdanarak terk etmişlerdi evi. Bir tek kişi kalmıştı kapının ağzında. Ev sahibi Reşit Efendi kaşları çatık bir şekilde eve bakıyordu. Nazan acı bir gülümseme ile yaklaştı adamın yanına:
- Sana bir şey kalmadı Reşit Efendi.
Derin bir soluk aldı ve çaresizce duvara yaslandı. Artık hiçbir şey önemli değildi...
          ***
Ev sahibi Reşit, ucuz gözlük çerçevesini özenle çıkartıp gömleğinin eteğiyle temizledikten sonra tekrar gözüne takmasının ardından hafifçe öksürerek konuştu:
- Bizim kira uçtu herhâlde?
Nazan acıyla kafasını iki yana salladı:
- Ne diyeyim Reşit Efendi...
Reşit dudak büktü:
- Senin gibi bir kadına yapılır mı bu? Gidecek yerin yoksa otur bu evde... Para falan istemez... Arada gelirim seninle dertleşiriz, ha ne dersin?
Nazan gözlerini açtı. Adamın bu sözleri söylerken takındığı tavırdan hiç de iyi niyetli olmadığını anlamıştı. Korkuyla geri adım attı:
- Tövbe de Reşit Efendi... Ben senin kızın yaşındayım. Yok anam babam, ben gideceğim. Köyüme döneceğim...
Adamın karşılık vermesini beklemeden hemen uzaklaştı oradan. Kendi kendine acıdı:
“Köyüm yok ki döneyim, kimsem yok ki benim” diye mırıldandı... Bundan sonra karşılaşacağı her şeyle kendisi mücadele etmek zorundaydı. Gözleri yeniden dolu dolu oldu. Emre Can’ının evlat kokusu gelmişti burnuna. Boğuk bir ses çıkarttı elinde olmadan:
- Yavruuuum! Canım yavrum benim...
Elindeki plastik çantaya geri kalan üç beş parça giyecek eşyasını almıştı. Arkasına bakmadan uzaklaştı evden. Reşit’in sesi hâlâ duyuluyordu:
- Haram zıkkım olsun hepinize, dolandırıcılar sizi...
Beş kuruş parası yoktu cebinde... Köşeyi döner dönmez Hacer’le karşılaştı. Genç kadın arkadaşının kolundan tuttu:
- Nereye Nazan? Nereye gidiyorsun kardeşim?
Nazan ağlıyordu:
- Oğlumu bulacağım Hacer... Onu bulamazsam ölürüm ben...
Hacer kararsız bir şekilde baktı arkadaşının gözlerine. Kumral kısa saçlarını bej rengi bir eşarpla bağlamıştı Nazan. Yeşil gözleri ıslaktı. Yüzü solmuştu. Uykusuzluğun ortaya çıkarttığı gözaltı morlukları iyice belirginleşmişti. Hacer elini cebine attı:
- Bunu Bekir ağabeyin gönderdi. Al yanına. Böyle tamtakır bir yere gidilmez, bir şey yapılmaz...
Nazan dudaklarını ısırdı. Hacer’in elinde bir tomar para vardı:
- Allah razı olsun sizden... Bu borcum olsun Hacer. Bir gün gelecek bunu ödeyeceğim sana, mutlaka... Bekir Ağabeyime de teşekkürler...
İki arkadaş sarıldılar birbirlerine. İkisi de ağlıyordu...
           ***
Şerif sabah erkenden kalkıyordu. Oğluyla birlikte kahvaltısını yaptıktan sonra lokantanın mutfağına geçiyor, önce akşamdan kalan dağınıklıkları topluyor, gün içinde gerekli olacak malzemeyi hazırlıyor, etrafı temizliyordu. Bu işleri yaparken aşçılar geliyordu. Onlara yamaklık yapıyordu yemek pişirme sırasında. Çıkan bulaşıkları hemen yıkıyor, yemekler hazırlanana kadar koşturuyordu. Emre Can bu zaman zarfında kâh mutfakta, kâh lokantanın bahçesinde oynuyordu. Zaten sessiz bir çocuktu. Kendi kendine her halükârda yetebiliyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.