​Gel, sana ne bilmek istiyorsan anlatayım

A -
A +
"Ben ona ulaşamadım hiçbir zaman. Küçük kaldım onun yanında... Buna katlanamazdım..."
 
 
Halil merakla yatağında mışıl mışıl uyuyan küçük çocuğa baktı:
- Vah yavrucak, ateşi düşürmeleri iyi olmuş. Benim ufaklıklardan bilirim, ateş çocuğu çok hırpalıyor ortak...
Ardından dudaklarını büzerek manalı bir şekilde baktı Şerif’e:
- Böyle nereye kadar gidecek be oğlum? Bu çocuğun bir anneye ihtiyacı var. Böyle perişan oluyor yavrucak... Tamam sen de koşturuyorsun ama ana gibi olur mu?
Şerif başını sert bir şekilde iki yana salladı:
- Gerekmiyor bir kadının olması... Ben oğluma herkesten iyi bakıyorum.
Halil hafifçe tebessüm etti:
- Nedir bu meselenin sırrı, bir gün öğreneceğim elbet...
Şerif gülmekten kendini alamadı:
- Bu merakın öldürecek seni, biliyorum... Yok bir şey yahu... Annesiyle yapamadık, olmadı... Geçinemeyince olmuyor işte...
Halil gözlerini kıstı:
- Geçiştiriyorsun...
Bir kahkaha attı Şerif. Oğlunun iyiye doğru gitmesi keyfini geri getirmişti... Halil’in kolundan tuttu:
- Vaktin var mı? Gel şu köşeye çekilelim, ne bilmek istiyorsan anlatayım. Bak başka zaman bu kararımdan vazgeçebilirim...
Halil heyecanlanmıştı:
- Tamam, vakitten bol ne var, yürü...
Öğlene doğru gelmişti Halil Manavgat’a... Gece yaşananları öğrenince üzülmüştü. İki adam birlikte en dip masalardan birine giderlerken Şerif çalışanlardan birine bağırdı:
- İki demli çay getirin bize...
Biraz sonra tavşankanı çaylarını karıştırırlarken karşılıklı oturmuşlardı. Şelalenin insana farklı bir duygu veren sesi kaplamıştı çevreyi. Ağaçlardan sanki şelale sularıyla yarışırcasına kuş sesleri yükseliyordu. Güneş salkım söğütlerin arasından yüzünü göstermek için âdeta savaşıyordu. Şerif bir yudum aldı çayından:
- Olmadı patron... Karım bir gün gelecek beni mutlaka bırakacaktı. O bırakmadan ben onu bıraktım.
Halil hayretle baktı onun yüzüne:
- Bir şey anlamadım, neden bırakacaktı ki seni?
Şerif yutkundu. Gözlerini akan sulara çevirdi:
- Ben ona ulaşamadım hiçbir zaman. Küçük kaldım onun yanında... Buna katlanamazdım...
           ***
Kırmızı son model Mini Cooper araba kıvrak bir manevrayla bahçe kapısının önüne gelip durdu. Direksiyondaki genç kız iki defa kornaya basarak sabırsız bir tavırla başını camdan dışarıya uzattı:
- Tevfik Efendi... Kapıyı açmayacak mısınız?
Yaşlı bir adam âdeta yuvarlanarak koştu az ilerideki kulübeden:
- Geldim küçük hanım, geldim, kusura bakmayın, otomatik bozulmuş yine. Bir türlü adam gibi yapamadılar şunu. Basıyorum, basıyorum açılmıyor. Yeniden göstermek lazım...
Genç kız sevimli bir şekilde gülümsedi:
- Sen halledersin Tevfik Amca...
Ardından gaza basarak içeri girdi. Birkaç saniye sonra beyaz konağın önündeydi. Arabasından indi. Uzun boylu ve ince yapılıydı. Koyu kumral saçları omuzlarına kadar dökülüyordu. İri ela gözleri uzun kirpiklerle çevrelenmişti. Güzelliği gerçekten dikkat çekecek derecedeydi… Zarif hareketlerle konağın merdivenlerini çıktı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.