Emre Can sevgiyle izliyordu babasını...

A -
A +
O sevgisini göstermeyi bilmezdi. Bir günden bir güne kendisini alıp da kucağında sevmemişti.
 
 
Halil üç sene evvel karısını kaybetmişti. Çocukları da Amerika’ya yerleşmişti. O nedenle yalnızdı. Antalya’daki lokantayı kapatmış, Manavgat’a taşınmıştı o da. Restoranın yanındaki araziye iki katlı bir pansiyon yaptırmışlardı.  Halil pansiyonunun başında duruyordu. Akşama kadar oturuyordu kasada. Hâlâ kazandıklarını ortak paylaşıyorlardı. Seneler boyunca hiçbir kırgınlık yaşamadan sürdürüp gitmişlerdi bu iş birliğini. Gülümsedi Şerif:
- Yaşlandı artık o koca kurt, yaşlandı... Şimdi pansiyon da boş... Oh, rahat anlayacağın...
               ***
Yarım saat sonra bahçe hareketlenmeye başladı. Garsonlar yavaş yavaş geldiler. Hepsi de Emre Can’ı görünce yanına koşup kucaklaştılar... Aşçı da gelince kadro tamamlanmıştı. Şerif çalışanlarına bağırdı:
- Bir kahvaltı hazırlayın Emre Can’a... Biz ustamla pazara gideceğiz. Buraları yıkayın tertemiz, örtüleri değiştirin. Haydi bakayım, sallanmayın... Gülbahar Hanım gelmedi mi daha?
Gülbahar Manavgat’ın içinde yaşayan kırk yaşlarında bir kadıncağızdı. Bulaşıkları yıkıyordu restoranda. Mutfaktan elini önlüğüne kurulayarak çıktı. Şişmandı. Yürürken insana yuvarlanıyormuş hissini veriyordu:
- Geldim ağam geldim... Mutfaktayım.
- Hah, tamam Gülbahar Hanım, biz pazardayken sen göz kulak oluver bunlara. Kaytarmasınlar...
Emre Can sevgiyle izliyordu babasını. Onun gelişi canlandırmıştı Şerif’i. Sevinmişti. Genç adam babasını tanıyordu. O sevgisini göstermeyi bilmezdi. Bir günden bir güne kendisini alıp da kucağında sevmemişti. Oysa Emre Can babasının gözlerinin derinliklerindeki şefkati, bağlılığı, sevgiyi çok net görebiliyordu. Ama hissettiklerini dışa vurmak, duygularını paylaşmak Şerif’e göre bir şey değildi. Garson çocuklar patronun direktiflerinden sonra hemen koşuşmaya başladılar. Gülbahar Şerif’e seslendi:
- Oğlanlar dursun hele Şerif Efendi. Ben Emre Can’a kahvaltı hazırlarım.
- Hay eline sağlık Gülbahar... Yesin de uzansın biraz...
Emre Can mutlulukla seyrediyordu bütün bu olanları. Sonunda dayanamadı:
- Tamam baba, sen bak işine, ben hallederim.
Eski ve çalışırken binbir çeşit sesler çıkartan kamyonetine binip motoru çalıştırdı Şerif. Egzozdan kara dumanlar çıkıyordu. Aşçı da koşarak bindi. Büyük bir gürültüyle uzaklaştılar. Emre Can bavulunu alıp müştemilata doğru yürüdü:
- Gülbahar Teyze, ben valizimi koyup geliyorum. Bir de elimi yüzümü yıkayayım...
Yarım saat sonra döndü Emre can. Gülbahar Hanım gerçekten tereyağlı, ballı, tulum peynirli güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Keyifle yedi genç adam. Bu sırada arkasından birinin seslendiğini duydu. Fırladı yerinden. Halil’di gelen. Emre Can’ı görünce koşarak geldi sarıldı boynuna:
- Vay benin askerim... Baban uğradı pazara giderken, aşağıdan avaz avaz bağırdı, kalk, Emre Can geldi diye. Yataktan fırladım Vallahi! Nasılsın evlat? İyi gördüm seni... Bitti değil mi?
Emre Can sevgiyle baktı yaşlı adama:
- Bitti Halil Amca, döndüm artık... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.