Şenol Güneş fenomeni...

A -
A +

Türk futbolunda ‘Şenol Güneş fenomeni’ diye bir kavram var, istemeyenler istedikleri kadar inkâr etse de... Atılan bir gol ve atana bakmaktan daha fazlasını o golü atanı oraya koyan ve hazırlayan, ona da atılacak pasın manevralarını prova ettiren adamı artık başımızın üstüne koymak zamanı geldi de geçiyor bile…

Çok zordur bu kadar haylaz genci bir araya getirip ortak bir hedef uğruna dayanıştırmak ve sürüklemek...
İnandırmak farklı dünyaların insanlarını bir ülküye ve oraya doğru sevk ve idare etmek...
Aralarında psikopat da var, ruh hastası da...
Genci de var yaşlısı da...
Favelalarda yetişenleri de var, iyi semtlerde doğup büyümüş olanı da…
Kimi türkü dinler kimi Buika...
Biri daha iki ay önce Real Madrid formasından çıkmış, bir diğeri ise başka forma bilmeden takıma kaptan olmuş...
Bazıları koşarak çıkar, bazıları da ‘niye ben’ edasıyla...
Bütün bu farklı kültür insanlarının arasındaki derz ve harç; sadece Şenol Güneş markasıdır...
Bildiğini söyler ama ne oyuncusunu ne de yönetimini taca atar...
Taraftara mektup yazmak gibi bir dürtüsü de olmadı hiç...
Son Şampiyonlar Ligi’nden anladığım; o rakibini çok iyi çalışmış ama rakibi ise onu hiç çalışmamış…
Burada bile ‘eksiklerimiz var’ diyebilmiştir…
O şapkadan kuş çıkaran biri değildir; tam aksine kuşu o şapkaya sığdırabilen ve oraya koyan adamdır…
‘Mutluluk elin erişebileceği çiçeklerden bir demet yapma sanatıdır...’ demiş biri...
Benim sözüm de Şenol Güneş Hoca’nın yaptığı ve sunduğu çiçek demetinedir... 

KALECİNİN AKILLISI DA OLURMUŞ! 
Onu iyi tanımak için bizzat tanık olduğum ve anlattığım ikinci ligden birinci lige çıktıkları son haftaya dönmek gerekir.
Bir formalite maçına çıkılacaktır, rakip kaybederse küme düşecektir ve stat süslenmiş bir daha dönmemek üzere bir alt lige veda törenine hazırdır...
O maçta oynamayı reddeden bir kaptandır o...
Gerisi bende kalsın…
O kadar adamdır yani…
Bir liderdir...
Üstelik iyi de giyinmektedir!..
Dünya üçüncüsü olduğu durumun primini hâlâ almamıştır ve almamaya da kararlıdır...
Çünkü beklediği para değil; özürdür belki...
Talisca’yı her Portekiz seferinde gol atmaya da ikna eder, Cenk’i 30 metreden fazla bir mesafeden topa vurmaya da...
Belli ki ‘sen ne korkuyorsun vurmaya, bırak Casillas korksun’ mealinde hazırlamıştır onu…
Önce inanır, sonra da inandırır...
Oyuncusunu, taraftarını ve sonra da hepimizi inandırmıştır…
Çünkü en başta kendisi inanmıştır…
Kibir yoktur onda; isyan vardır ama...
Kabullenmez tavrı yadsınamaz…
O bir fenomendir...

Sonunda dürtüldüler...
Sayın Cumhurbaşkanı şöyle hafiften bir dürttü ya şu yabancı meselesindeki abartıyı…
Buna karşı olanlar ve tabii ki Türkiye Futbol Federasyonu işi gücü bırakıp ‘bu konuyu nasıl çözümleriz’ diyerek uykusuz gecelere geçiş yapmıştır çoktan...
Bir işi düzeltmek için illa en yukarıdan bir mesaj almak mı gerekiyordu derseniz; evet derim…
Şimdi bir anda Türk oyuncu sayısı mecburiyeti gibi bir keşif yapıp (!) meseleyi bulamaç edip aşure gibi içinde her şey bulunan bir tatlıya çevirebilirler...
İnsan sormadan edemiyor; ille de dürtülmeniz mi lazımdı diye...

POST-İT
Futbol bir oyundur...
Eğlendirmek için toplanırlar ve seyredenler de olanları izlerken eğlenmelidir…
Ancak...
Acun kardeşimizin programlarına temenna edip müptela olanlara soğuk füzyon anlatmak gibidir futbol oyununun çok eğlenceli bir şey olduğu...
Genel kanaat ise stada girdiği andan itibaren birer Kurtlar Vadisi kahramanına dönüşmek üzerine kurulmuştur…

S-ÖZ:
Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir. Eflâtun

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.