​Bon pour l’orient… (Doğu için yeter de artar bile)

A -
A +

Hoca bir laf etti, üstüne onlarca akıllı yorum getiriyor. Biraz zamansız, biraz densiz konuşuyor olabilir ama yüzleşmemizi istediği şeyleri de biz kabullenemediğimiz için onu yadırgıyoruz. Ondan da; hemen ardından yeni tercümeler gerektirecek biçimde değil, daha anlaşılır biçimde konuşması ve bunları da maçlardan 24 saat öncesinde değil, daha ferah bir zamanda yapmasını bekliyoruz...


Doğu…
Doğululuk...
Ne ayıp ne de günah...
Ama niye alındık onu anlayamadım.
Rumen teknik adamın kastettiği coğrafi bir durum olamazdı; olsa olsa bir ‘zihniyet’ olabilirdi...
Bir yaşam biçimi olabilirdi…
‘Bon pour l’orient’ diye Batılıların bizim hayata bakışımıza taktıkları saç tokası gibi de başımızın üstünde taşıdığımız bir anlayış olabilirdi...
Şarklılık...
Şarklı gibi…
Eğer Rumen hocamızın kastettiği coğrafi bir durum olsaydı o zaman derdim ki; Hollanda’ya göre Lüksemburg bir doğu ülkesidir, ya da Polonya’ya göre Almanya bir doğu ülkesidir...
Kastettiği ve bizim alındığımız şey; yaşam biçimimizin ‘Doğulu ve Akdenizli’ yaşam biçimine göre dizayn edilmesinde yatıyor...
Pekii...
Biz bir Armani ceketin altına potur giyip ayağımıza Prada geçiren, ama kafasında kefiye ile dolaşan insanların ülkesi değil miyiz?..
O zaman; bize ayna tutulmasından niye rahatsız olduk ki?
Haa; derseniz ki bize bunları anlatması için değil, bizim futbolumuzu geliştirmesi için çuvalla para veriyoruz elin Rumen’ine, işte orada haklısınız...
Orada da üç gün içinde üç ayrı yere çekilebilecek söylemler geliştirmesini ve bunları fütursuzca savurmasını ben de yadırgıyorum.
Hatta söylediklerine ertesi gün Ali Dürüst’ün ‘hoca öyle demek istemedi, kastettiği şuydu’ diyerek alt yazılar geliştirmesini hayretle izliyorum...
Evet...
Doğuluyum...
Ama çok Batılıdan da daha fazla ‘insan’ olduğuma inanıyorum...
Hatta bir Rumen’den bile...

Bolca ünlem!
Biz neyi denedik bu hazırlıklarda?..
Mesela Yusuf Yazıcı ile Okay Yokuşlu’yu yan yana oynarken görmek mi istedik ki aylardır yan yana zaten oynuyorlardı!
Ozan Tufan’ı sağ bekte denemek mi istedik ki bu bölgedeki oyununun mazisi zaten 3 yıl öncesine kadar dayanıyor!
Selçuk ile Oğuzhan’ı test ettik desek bunu uzun zamandır yapıyoruz ve zaten nafile!
Barış ve Atila diye ikinci oyuncu kazandık derseniz bu hazırlık maçları bir işe yaradı derim ama ilk sıkıştığında eski beklerine başvuracağını adım gibi biliyorum!
Cenk malumunuz, Harun zaten orayı hak ediyor, Serdar ile Çağlar’ı da bilmem kaç maçtır yan yana izliyoruz…
Sahi; biz neyi denedik?
Belki de ilk defa stoperi Mehmet Topal olmayan bir takım oluşturduk ve onu denedik!..

POST-İT

Sıkıntılı bir dönemi bir anda ortadan kaldıracak bir yöntem bulundu...
Hak etmedikleri hâlde prim dopingi...
Üstüne de tesislerde tam gün yasası...
Nasıl bir çözüm oluşturabilir bu tedbirler bilemiyorum ama en azından bir şeyler denenmiş olacaktır.
Ancak Fenerbahçe’nin sorunu çözme yöntemi disiplin kadar ‘gelin hep birlikte savunalımdan’ ziyade; ‘gelin hep birlikte nasıl hücum ederiz ona çalışalım’ demekten geçiyor…
Bu da Aykut Hoca’mızın ‘hocalık genlerinde’ pek rastlamadığımız bir özelliktir...
Prim ve cezanın ne denli geçerli olduğunu bu haftadan itibaren test etmeye başlayacağız…

S-ÖZ:

Akıl dediğin bir kıl,
Kılı çekersin ne akıl kalır ne kıl…

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.