Borç yiğidin prangasıdır

A -
A +

Yöneticilerimize borçlarını kapatmak için yeni borçlanma metotları öneriyor Türkiye Futbol Federasyonu. Krediyi kapatmak için yeni kredi almalarını tavsiye ediyor. Oysa daha önce alabildiklerini nasıl harcamaları gerektiğini denetlemesi gerekiyordu...

Takım yönetenlerin içine düştüğü ve ‘kurtarın bizi’ demeyi kapalı kapılar ardına bıraktıkları, ama kamera görünce böbürlenip gelmiş geçmiş en iyi işleri yapmış yönetici tavırları takındıkları yere; yani sözün bittiği yere geldik çoktan...
Bilinen bir hikâyedir...
“Bir berber tıraş olan müşterisi ile muhabbet ederken dükkânın önünde bekleyen bir çocuğu gösterir ve der ki;
- “Bunun kadar aptalı dünyada yoktur...”
- “Nasıl yani” der tıraş olan adam...
- “Bak şimdi” der ve çocuğu içeri çağırıp bir madenî bir lira, bir de kâğıt beş lira uzatır ve sorar:
- “Hangisini istersin?”
Çocuk madenî bir lirayı alır ve gider.
“Her seferinde bunu yapıyor aptallığın kitabını yazıyor bu çocuk…”
Tıraş biter ve adam dışarı çıktığında çocuğu az ileride dondurma yerken görür.
Yanaşır ve sorar:
- “Sen hangi paranın daha çok değerli olduğunu bilmiyor musun?”
- “Biliyorum” der çocuk…
- “O zaman niye?” diye soracak olur ve çocuk sözünü tamamlamasına izin vermeden cevaplar.
- “Amca beş lirayı aldığım gün bu oyun biter...”
Şimdi söyleyin bakalım milyonlarca avronun döndüğü yaz ve ara transfer dönemlerinde herhangi bir yönetici var mıdır ki; herkesi kandırdığını zanneden o berberden daha az kullanılmış ve kandırılmış olsun...

POST-IT
Biz, 1940-1980 arasında doğan insanlar Allah’ın sevgili kullarıyız...
Niçin mi?
İşte...
Oynarken ve bisiklete binerken, asla kask takmadık.
Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Hiç televizyon izlemezdik.
İnternet arkadaşlarıyla değil gerçek arkadaşlarla oynardık.
Susadığımız zaman, şişelenmiş su değil, musluk suyu içebilirdik.
Aynı bardağı dört arkadaşla paylaştığımız hâlde hastalanmazdık.
Her gün çok pilav yediğimiz hâlde hiçbir zaman kilo almadık.
Çıplak ayakla dolaşırdık ama ayaklarımıza bir şey olmazdı.
Annemiz ve babamız bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi.
Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapar ve onlarla oynardık.
Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi verdiler.
Cep telefonlarımız, DVD’lerimiz, oyun istasyonumuz, XBox’ımız, video oyunlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetimiz olmadı, ama bizim konuşabildiğimiz ve gözüne bakabildiğimiz gerçek arkadaşlarımız vardı.
Arkadaşımızın evini davet olmadan istediğimizde ziyaret eder ve onlarla birlikte eğlenerek yemek yerdik.
Senin dünyandan çok farklı olarak bütün akrabalarla iç içe yaşar, aramızda sıkı bağlar olurdu.
Çektiğimiz fotoğraflar siyah beyazdı ama renkli anılarla dolu idi.
Biz kendine has, anlayışlı bir nesliz, çünkü biz ebeveynlerinin söylediğini dinleyen son nesliz.
Ayrıca, çocuklarını dinleyen ve dikkate alan ilk nesliz.
Biz sınırlı sayıda üretildik.

İlk yarı bitti ne kazandık?
Koca bir hiç; diyebilirsiniz...
Ama bana göre bir hakem kazandık...
“Halil Umut Meler” diye bir hakemimiz var artık...
Eyyamdan nasibini almamış, genç ve artık mimiklerini de kontrol ettiğine göre uluslararası standarda ulaşan bir hakemimiz var.
Hasbelkader tanıştım kendisiyle...
Oturup futbol konuşabileceğiniz, hayli eğitimli bir hakemimiz var.
İzmir Selçuk ilçesi doğumlu, Selçuk’tan evli, Kütahya Dumlupınar ilçesi Beden Eğitimi Bölümü mezunu bir Makedon göçmeni ailenin aslan gibi evladı.
İnşallah onu da bozmazlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.