'Habercilik bilgilendirme sanatıdır'

A -
A +
Bu haftaki konuğumuz TGRT Haber Dairesi Başkanı Mehmet Soysal Kimdir? 1964 yılında Elazığ'da doğdu, 1983 yılında Türkiye gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı. Yıllar içinde röportaj yazarlığı, savaş muhabirliği, kültür sanat servisinde ve yurt haber müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu.1992 yılında TGRT televizyonu kurulduğunda haber müdür yardımcılığı yapan Mehmet Soysal, 100 bölüm İz Bırakanlar, Kızıl Güneş, Dünden Bugüne gibi başarılı programlara imza atarken, Sabah Haber Sorumluluğu, Haber Müdürlüğü görevlerini de yürüttü. Halen TGRT Haber Dairesi Başkanı olan Mehmet Soysal, 3 yıldır her pazar günü yayınlanan Başbaşa programıyla sanattan siyasete pek çok ünlü ismi ekranlara taşıdı. İz Bırakanlar, Dönemeçteki adam Turgut Özal adlı kitapları yayınlanan Soysal, en son "Başbaşa" programında ağırladığı önemli isimlerle yaptığı söyleşileri yine aynı isimle kitaplaştırdı. Soysal evli ve bir çocuk babası. Türkiye'de özel televizyonlarda habercilik henüz oturmuş değil. Kırk yıllık yayın geçmişi olmasına rağmen TRT'de bile tam istenilen noktada değil. Çünkü henüz görüntülü habercilik evrensel boyutta düşündüğümüz zaman, görüntülü haberci yetişmedi. Bir kural vardır: Gazetede haber yazılır, radyoda haber okunur, televizyonda haber anlatılır. Televizyonda siz haber okursanız, yanınızda yüksek sesle kitap okuyan adamın konumuna düşersiniz. Hiç kimse yanınızda yüksek sesle birşey okunmasını istemez. En samimi arkadaşın bile olsa, "Lütfen içinizden okuyun" dersiniz. Ama aynı şekilde size birisi bir konuda yeni duyduğu, ya da şahit olduğu bir konuyu anlatmaya başlasa, en yoğun olduğunuz anda bile onu dinlersiniz. Çünkü size anlatıyordur. Onun için toplumda güzel konuşan insanlar güldürürken de ağlatırken de kendini dinletmesini bilir. Haber, anlatılmalı... Televizyonda anlatım dilini yakalayan redaktörler henüz yok. Hâlâ haberler, yazı diliyle hazırlanıyor. Oysa aynı olayı biz yakınımıza anlatsaydık öyle yazı diliyle mi anlatırdık? Muhabir arkadaşlarımıza hep aynı şeyi söylüyoruz. Eğer hazırladığınız haber konuşma dili değil de yazı diliyse, dünyanın en mükemmel spikeri de olsa, o haberi ekranda izleyiciye istenilen seviyede yansıtamazsınız. Ali Kırca'nın ve Reha Muhtarın en büyük artıları bu. Haberin içeriği çok farklı. Ama onlar haber haberi anlatıyorlar. Biz de haberi anlatmaya çalışıyoruz. Diğer birçok kanalda da haberler anlatılmıyor okunuyor. Maalesef Türkiye'de haberi anlatanlar, profesyonel bir geçiş olmadığı için hep TRT kökenli. Eskiden TRT kriterleri vardı. Ama şimdi bu kriterlerin geçerli olmadığı dönemde yaşıyoruz. Eğer bir spiker canlı yayına aldığınız tarım bakanına çiftçilerin maaşını ne zaman ödeyeceksiniz diye editörden habersiz bir soru sorarsa, o bakan da der ki, "Çiftçilerin maaşını bilahare gel görüşelim" der. Bu gazetecilik misyonundan uzak, gazeteciliğin adrenali dediğimiz olaydan uzaktır. Habercilikte olay!.. Şahidi olduğum bir anekdottur. Bir apartmanın temizliğini yapan bir kadına soruyorlar. "Haberi nerden öğreniyorsun?" diye. Reha Muhtar'dan cevabını veriyor. "Neden?" denildiğinde çok net cevap veriyor, "Çünkü bir tek onun anlattığını anlıyorum" Yine aynı şekilde Güneş gazetesine Metin Münir Genel Yayın Müdürü olduğu zaman tüm personeli yemekhaneye topluyor. Orada masaları silen bir görevliyi çağırıyor ve eline tutuşturduğu haberi okutuyor. "Ne anladın?" diye soruyor. Görevli, iki üç defa okuduğu halde birşey anlamadığını söyleyince, dönüp personele diyor ki: "Arkadaşlar, haberlerinizi bu arkadaşın anlayacağı seviyede hazırlayın. Profesör zaten anlar. Bizim derdimiz bu gazeteyi tüm kitleye okutabilmek." İşte habercilikte olay bu. Okumayan bir milletiz Bir Rus toplumunu incelediğiniz zaman açlık yoksulluk felakete rağmen okuma alışkanlığını kazanmış bir millet çıkıyor karşınıza. Bizde toplu taşıma araçlarına bakın, insanlar gidecekleri yere kadar hep birbirinin suratına baka baka gidiyor. Hoş öte yandan bizdeki toplu taşımalarda zavallı insanlarımız üst üste gitmek zorunda. Otobüs biletini zor alan insan kitabı veya gazeteyi nasıl alacak o da ayrı bir konu... İstikrar da yok bizde Göçmen toplum olduğumuz için olmalı, bizde istikrar da yok. Hemen her alanda bu böyle. Müzik dünyasına bakın, kazanılan para ne bileyim lahmacuna, otelciliğe falan filan yatırılıyor. Sinema dünyasına bakın kazanılan para geri sinemaya dönmüyor. Yayıncılık alanına geldiğimizde, bir CNN muhabiri olan Larry King, 25 yıldır ekranlarda. Dünya tanıyor. Kimse demiyor ki, bu adam kimdir de sürekli ekranda. Niye? Çünkü artık o, programlarıyla tanındı ve bir marka oldu. Eh işte bizde bir Hasan Pulur kırk yıldır yazıyor. Bir Çetin Altan yazmaya devam ediyor ama bunların sayıları üçü beşi geçmiyor. Televizyonculukta da uzun soluklu programların sayısı öyle. Oysa başarı, yeniliği takip ederek, eskiyi devam etirmede yatıyor ki bunun adına istikrar diyoruz. Anketler, birey içindir Kime sorsanız, "Ben en çok belgesel izliyorum" diyordu. Ama 'prime time'de belgeseller çok düşük reyting alıyor. Çünkü bizde halk anket sonucunu kendine verilecek ahlak notu olarak algılıyor. Dolayısıyla gerçekte olduğunu değil de, gözükmek istediğini söylüyor. Bu bakımdan bizdeki anketler de gerçeği yansıtmıyor. Bir anekdotumu anlatayım: 1989'da Özal'la birlikte yüzyirmi kişilik bir ekiple birlikte "Muhteşem Süleyman Sergisini" açmaya Paris'e gidilmişti. Otelde müşteriye özel müstehcen yayın yapan bir televizyon kanalı vardı. Sabah kalktığımızda 120 kişilik heyet içinde herkes birbirine soruyordu: "Pay tv'yi izledin mi?" Herkes cevap veriyordu "Olur mu canım, biz sapık mıyız falan?" Yani kimse izlememiş. Ama dönüşte uçakta biri Başbakanın yanına geldi. O zamanlar başbakanlık karşılıyordu masrafları. Dedi ki, "Efendim,115 kişinin Pay tv parasını ödedik." Demek ki sadece beş kişi izlememiş. Yani bizde anketlere verilen cevaplar, samimi değil.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.