Bir genç kızın kaleminden...

A -
A +

Hatırlarsanız, 5 Haziran'da bir okuyucumuz, gönderdiği faksta öz olarak demişti ki, "Çingeneler için niye ön yargılı davranılıyor. Onlar da insan değil mi? Onların yürekleri, duyguları, namus anlayışları yok mu?" Bu duygularla kendi yaşadığı bir dramı anlatmıştı. Bu yazımız üzerine Düzce'den, "Bir kızın kaleminden" rumuzuyla gelen faksı, yorum yapmadan sizlerle paylaşıyoruz. Çünkü eğer insanda biraz merhamet, biraz hoşgörü, birazcık kul hakkı duygusu varsa yoruma hacet yok. "Öncelikle böyle bir köşe hazırladığınız için sizlere çok teşekkür ederim. 5 Haziran 2001 tarihinde yayınlanan hatırayı okuduğumda ağladım. Çünkü bir Çingene olarak yaşadıklarım gözlerimde canlandı. Hatıralarımdan özellikle depremde yaşadığım günleri sizlerle paylaşmak istedim. Çingeneyim dedim. Aslımızda yoktur. Ama o mahallede oturduğumuz için, biz de o damgayı yemişiz. Onların halini, aralarında olduğum için daha iyi anlıyorum. Herkesi yaratan Allahtır. O herkes tarafından hor görülen Çingenelerin, başlarında buruşuk da olsa namaz bezi, ayaklarında kirli de olsa şalvarı vardır. Her milletin fakiri de zengini de, iyisi de kötüsü de; arsızı da hırsızı da vardır. Ama nedense Çingeneler hep ikinci sınıf vatandaş muamelesi görür. Oysa hiç bilmezsiniz belki ama, içlerinden bazıları bildiği kadar, gücü yettiği kadar ibadetini bile yerine getirmeye çalışır. Ne namazından, ne mevlidinden ne mukabelesinden geri kalır. Ben Düzceliyim. Sizin de bildiğiniz gibi 17 Ağustos'ta ve ardından gelen 12 Kasım 99'daki depremde yıkıldık. Depremler yaşadık. Direği, temeli sağlam olan binalar ayakta kaldı. Kiminin malı, kiminin canı gitti. Vakti dolan ecel şerbetini içmiş oldu. Kalanlar da korkuyla, yoklukla, çileyle hayatta kalmaya çalıştı. Bir uğraştır başladı... Evet, yaşadığımız sanki küçük bir kıyamet gibiydi. Belki de geride kalanların eline verilmiş bir şanstı bu, hayatı anlamlı ve dolu dolu yaşayabilmek, kendilerine çekidüzen verebilmeleri için. Bu acılardan ders çıkartılabilirdi ama nerde?.. Dışarıdan çok yardımlar gelmişti deprem sonrası. Gönderen yardımseverlerden Allah razı olsun. Hepsine binlerce kez teşekkür ediyoruz. O anın heyecanı ve duygusallığıyla gelen yardımlar ilk birkaç gün, her isteyene, herkese dağıtılmaya başlanmıştı. Ama ne hazindir ki, daha sonra ayırımcılık tekrar baş gösterdi. Gelen yardım araçları, hep başka taraflara çekiliyordu. Kapılar artık yüzümüze kapatılıyordu bir bir. Üstelik bir de dilbaz dilbaz söyleniyorlardı: -Gelenleri hep çingeneler alıyor, bize kalmıyor, diye... Bir de bizlere iftira atıyorlardı. Ne olduğunu o zamanlar depremin vermiş olduğu ruh haliyle pek anlamıyordum. Belki de herkesi aynı hal içinde sanarak, yapmazlar zannediyordum. Şimdi daha iyi anlıyorum herşeyi. İnsanlar yine eskisi gibi olmuşlar, yine bize tepeden bakmaya, yine bizi hakir görmeye, ikinci sınıf muamelesi yapmaya başlamışlardı. Çadırlarda bile bizler istenmeyen insanlardık. Oysa o perdelerin içini ve arkasını gerçekte Cenab-ı Hak biliyordu. Bir de o haksızlıkları yapanlar, yaptıkları marifetmiş gibi birbirlerine anlatıp gülüşürken, kendilerini kendileri de biliyordu. Bir de bu yaptıklarına ilaveten, "Çingenelerden kimse ölmedi" diyebiliyorlardı. Gelen yardım arabalarına sadece bakıyordum. Aralarında Çingene olmayanlar da itişip kakışıyordu yardım alabilmek için. Bu böyle ne kadar sürecekti? Sonunda diğerlerinin istedikleri gibi oldu. Yani yardım verilmek istenmeyen Çingeneler ister istemez zorla almak çabasına girdiler. Çünkü onlar can taşımıyor muydu? Onlar muhtaç değil miydi? Onlar depremzede değil miydi? Yine gelen arabalara uzaktan baktığım bir gün, yanıma bir adam yaklaştı. "Kızım sen neden yardım almıyorsun?" dedi ve elindeki çayla şeker paketini uzattı. Boynumu büküp omuz silktim. Çünkü tüpümüz yoktu. Neyi nerede pişirecektim? Adamcağız halimizi anlayınca gitti, arabadan bisküvi, meyve suyu gibi şeyler getirdi. Allah onun ne muradı varsa versin. Mekanı cennet olsun. Her yer yıkık dökük toz duman içindeydi. Topraklarda üstü açık, başı yastıksız da yatsak, Allahıma çok şükür ki yerler yarılıp da toprağa diri diri gömülmüyorduk. O insanlar bu insanlara, ellerinde yetki var diye böyle boyun büktürüyorlardı. Öyle zamanda bile böyle yapabiliyorlardı. Bizi toprağın üstüne düşüren Cenab-ı Hak, gün gelecek altına da düşürecek elbet. O zaman kimlerin bedduasında kederlerimizin, kimlerin hayır duasında emellerimizin saklı olduğunu bilmeyiz. Toprak her şeyi üstünde içinde taşıyor. İnsan da her şeyi içinde yüreğinde taşıyor. Halkın bir kısmı olarak hor görülen bizler bu kadar haksızlığa layık mıyız?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.