Böylelerine sadece acınır...

A -
A +

Antalya'dan yazan H.U. rumuzlu okuyucumuzun mektubunu yayınlıyoruz bugün... "Uygun görürseniz ben de başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. 26.3.2001'de yayınlanan hatıradan yola çıkarak kaleme alıyorum hatıramı. Ben de o hatıradaki doktorcuk gibi aynı muameleyi gördüm. (O günki yazıda merhamet timsali iyi yürekli doktorları tenzih ederek, kendini beğenen ve hastalarını hakir gören, para vermezler endişesiyle en yakınlarını dahi tanımazdan gelen bir doktordan söz etmiştik) Benim sözünü edeceğim doktor bana daha da beterini yaptı. Beni makamından kovdu. Aynı memleketin çocuğu, ağabeyimin arkadaşı, bize misafirliğe geldiğinde yemek servislerini yaptığım birisi. Ana babasını tenzih ederim bu konuda. Onlar sevilesi sayılası iyi insanlar çünkü. (Okuyucumuz, bu olaya o kadar içerlemiş ki, isimleri tek tek yazmış. Hatta, "İsimleri çıktıktan sonra dava bile etseler razıyım. Çünkü içimi döküp rahatlamak istiyorum. Çok dokundu onun o hareketi" diyor. Biz yine de, isimleri saklı tutuyoruz.Çünkü isim değil yapılan muamele önemli.) Tam on yıl önce, ses kısıklığı şikayetiyle devlet hastanesine gittik. Ben o zaman Antalya'yı hiç bilmiyorum. Hastaneye orada doktor var düşüncesiyle de gitmemiştik. Ama ne yazık ki, saatini tam bir dakika geçti diye bize numara vermediler. Ben de o zaman Burdur Bucak'tan gelmiştim. Bucak hastanesi pek faal değildi. Biri yedi, biri altı yaşında iki oğlum vardı. Kendim hastaydım ve hiçbir şey düşünemiyordum. Eltim dedi ki: -Baksana kapıda falan bey bakıyor. "Aaa" dedim, "Çok iyi biliyorum, ağabeyimin arkadaşı bu. Falan beyle falan teyzenin oğlu. Eltimin de teşvikiyle, kendimi tanıtıp bir yardım için odasına girdim. Saat 15:00'i bir ya da iki dakika geçiyordu. Meğer efendim, saat 15:00'te muayene bitmişmiş. Ben de iki dakika sonra giçeri girmişim. Benden önce de içeride bir aile vardı. Karı koca olarak o doktordan öyle bir fırça yediler ki, anlatılamaz. Zavallıların köylü oldukları kılık kıyafetinden belliydi. "Doktorcuk"un elinde bir sigara, fosur fosur içiyorken karı koca süklüm püklüm dışarı çıkıyorlardı. O esnada ben içeri girdim. Güya kendimi tanıtacaktım. Hemen bana döndü ve bağırdı: -Sen niye girdin? Sen niye girdin? Doktorla birlikte hemşiresi de bağırıyordu. Benim de sesim kısıktı. Ama gayret göstererek kendimi tanıtmak istiyordum. Belki tanıyınca, tanışıklığımızın hatırına tolerans gösterebilirdi. -Doktor bey, ben Bucak'tan geldim. Numaranın vaktine yetişememişim. Ben falancanın kızıyım, avukat falancanın kardeşiyim... Daha lafım ağzımda yarım kaldı: -Çık kardeşim çık çık çık!.. Bu saatten sonra babam gelse bakmam... (Oysa yine bu köşede, devlet hastanelerinde, hastasına ilgi göstereceğim diye öğle yemeğini çoğu kez yiyemeyen, özel muayenehanesinde olanların da, kendine gelen yemeği çoğu kez unuttuğunu anlatan doktorlarımızdan söz etmiştik. Kulakları çınlasın. Okusunlar bu yazıyı da gözleri doktor (!) görsün.) Kapıdan dışarı çıktım ama, halimi gelde bana sor. Aradan on yıl geçmesine rağmen içimi yakan bu olayı hâlâ unutamıyorum. Unutamayacağım da... Zaten bana haksız birşey yapıldığı zaman, hiçbir zaman affedemeyen bir yapım var. Bu konuyu babama anlattım. Babam ile onun babası çok samimi arkadaştılar. Yazımın başında da belirtmiştim. Babam durumu doktorcuğun babasına anlatmış. Aldığı cevap: -Ah kardeşim ah, o sadece size değil aynı ilgisizliği ve ukalalığı babası olduğum halde bize bile yapıyor. Ben ne yapabilirim ki? Babam da: -Senin çocuğuna benim çocuğum böyle davransa, ben onu evlatlıktan reddederim, demiş. Böyle yapacağına da inanıyorum. Çünkü bizi babamız, toplumda hiçbir zaman çocuklarından şikayet edilmeyecek, kendisine şikayet gelmeyecek vasıflarda yetiştirmişti. Ne yapalım, çok az da olsa, doktor olunca kendini -afedersiniz- bir şey oldum sanan klinik vakalar da var. Ama sanmayın ki bunlar çok fazla... Genciyle yaşlısıyla, eskisiyle yenisiyle öyle candan, öyle sevecen, öyle iyi kalpli doktorlarımız var ki, insanın böylesi kendini beğenmiş kişilik fukarası zavallılara değil kızması, acıması lazım. Çünkü onlar sevginin ne olduğunu, insanın değerini, kalp kırmanın kaybettirdiğini, gönül almanın kazandırdığını bilmeyecek kadar zavallılar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.