Seksenlik bir delikanlı!..

A -
A +

Allahım bu ne garip ülke böyle. Bir türlü şöyle elimizi göğsümüze koyup da "Oh be, dünya varmış" diyememişiz, diyemiyoruz. Bugün dünya milletleri, devletiyle milletiyle, bürokratıyla siyasetçisiyle el ele verip çağın şartlarına göre ne gerekiyorsa topyekun hareket ederken, bizler halen birbirimizi saf dışı bırakmanın telaşındayız. Kendi kendimize rakip çıkartmada üstümüze yok. Dolayısıyla herkes dünya nimetlerinden pay üleşirken, biz varlık içinde darlık, kriz içinde kriz yaşıyoruz. Ne garip bir milletiz? Bugün varlık içinde darlık çekiyoruz. Peki dün nasıldık? O zaman çok mu iyiydik? Maalesef o zamanki halimiz sefillik kelimesiyle bile tarif edilemez. "Seksenlik bir delikanlı"nın askerlik hatırası var elimizde. O, kendi adına haklı olarak vatani görevini namusuyla şerefiyle yaptığını söyleyip gurur duyuyor. Peki hangi şartlarda? Okurken o zamanki sefilliğimize inanamıyacaksınız. Ama inansanız da inanmasanız da gerçekler değişmiyor. Kırk yaşın üzerinde olanlar, dedelerinden dinlemiştir askerlik günlerini. Ama şimdiki gençler o dönemde hangi şartlarda nasıl askerlik yapıldığını bilmiyor. Düşündük ki, o dönemde bir anadolu yiğidinin gençliği bugünün şartlarıyla bakalım kıyaslanabilecek mi? İsterseniz önce seksenlik delikanlının hatırasını okuyalım. Kısa özgeçmişi, Halil Hacıyusufoğlu. 1921 yılında Bitlis'in Ahlat ilçesinde dünyaya geldi. İlkokulu Ahlat'ta tamamladı. Uzun süre çiftçilik ve esnaflıkla uğraştı. 1941'de askerlik yaptı. Halen hayatta, mutlu ve huzurlu olarak hayatını sürdürmekte. "03.10.1941 tarihinde askere çağrıldım ve bir gün sonra yola çıktım. O zaman hiçbir vasıta ya da araç yoktu. Gideceğimiz yer ise İstanbul Davutpaşa idi. Evden yola çıkarken ayağımızda ayakkabı yoktu. Dana derisinden çarık denen ayakkabıyı kendi ellerimizle yaptık ve bezden çantayı da sevkiyat çantası diye kullandık. Yola çıktığım gün, Ramazan ayının birinci günüydü. Ahlat'tan Tatvan'a doğru hareket ettik. Geceyi burada geçirerek sabah yola çıktık. Ayın beşinde Bitlis'e vardık. İki gün boyunca camide kaldık. Ayın yedisinde Bitlis'ten 30 km uzakta bulunan Duhan'da bir handa kaldık. Duhan'a varmadan önce çarıklarımız parçalandı ve yalın ayak kaldık. Ertesi günü Veysel Karani beldesinde geçirdik. Daha sonra sırası ile o zamanki isimleriyle Zok, Kok, Garzen ve Bişiri köylerinde birer gece kaldık. Ahlat'tan Bişiri köyüne varıncaya kadar dokuz gece geçmişti. Bu köylerde geceyi geçirmek için gittiğimiz hanlar toz toprak içerisindeydi. Hareket doğrultusunda sonra Sinan köyüne vardık. Sinan denilen yer Batman köprüsünün yanında ve tren raylarının son bulduğu bir köydü. Burada geceyi samanların üzerinde geçirdik. Diyarbakır'a kadar bizi yaya olarak götüreceklerdi. Fakat bize muhafız olarak verilen bir üsteğmen bizim için büyük bir gayretle sekiz kara vagon getirtti. Her vagona seksen kişi bindik. Vagonda ayakta olmamıza rağmen dünyalar bizim olmuştu. Çünkü ayağımız yerden kesilmişti. O gece bizi Diyarbakır'da Ulucami'ye yerleştirdiler. Sabah erken kalktığımızda bir askerî inşaata götürdüler. Orada onüç gün kadar çalıştık. 14. gün Deva Hamamı diye bilinen hamamda yıkanıp paklandık. Orada bize askeri elbise verdiler. Bir gün sonra kumanya dağıtıldı ve kara trene bindirildik. Yaklaşık 1500 kişiydik. İstanbul'a doğru yola çıktık. Kayseri'de mola verdik ve birer çorba içtik. Diyarbakır'dan sonra üç gün üç gecenin ardından İstanbul Haydarpaşa limanına indik. O gün Ramazan Bayramının birinci günüydü. Bizi Sultanahmet Camii'ne yerleştirdiler. Geceyi burada geçirdik. Ertesi günün akşamı bir yüzbaşı gelerek bizi sıraya koydu. Ardından, 1. sırayı 229. Piyade Alayına, 2. sırayı 230. Piyade Alayına, 3. sırayı da 241. Piyade Alayına taksim etti. Ben 241. Piyade Alayına düştüm. Gece oradan, yaya olarak Davutpaşa kışlasına hareket ettik. Orada bölüklere dağıttılar. 2. Taburun, 5. Bölüğüne beş kişi olarak teslim ettiler. Bölük komutanımız Üsteğmen Ramis Gürgenç, okur yazarlığımızı sordu. Ben de "var" dedim. Bana, "Bugün Davutpaşa kışlasına geldim. Seve seve askerliğimi yapacağım" cümlesini yaz bakalım diye emretti. Ben de bu emri yerine getirdim. O günden itibaren görevime başlamış oldum. Tümen komutanım Tümgeneral Aziz İlter, Alay Komutanım Albay Hulusi Atak, Tabur Komutanım Binbaşı Ali Önder, Bölük Komutanım Üsteğmen Ramis Gürgenç, Takım Komutanım Asteğmen Mükremin Ulusoy ve Çavuşum Aslan Batur idi. Bizi bir süre sonra Arnavut köyüne götürdüler ve çavuş kursuna ayırdılar. Kurs komutanım Üsteğmen Salih Egemen ile devam ettikten sonra, tümen olarak tam teçhizat 24 günde Ankara'ya gittik. Sadece bizim alay Ayaş'ta konakladı. Kursa burada devam ettim. Bir sene de burada geçmiş oldu. Birincilikle çavuş terfiyemi aldım. Bir müddet de yeni gelen acemi kurasına öğretmenlik yaptım. Daha sonra 28. Tümen Karargah Bölüğüne aldılar. Buradaki bölük komutanım da Yüzbaşı Enver Hoşer idi. Dört seneye yakın askerlik yaptım... Üstelik ll. Cihan Harbi devam ediyordu ve oldukça zor günler geçiriyorduk. * Devamı yarın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.