Cevabı gençler verecek!..

A -
A +

1921 yılında Bitlis'in Ahlat ilçesinde dünyaya gelen, Halil Hacıyusufoğlu'nun 1941'de başlayan askerlik yıllarını özet olarak anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz... "İkinci Dünya Savaşı devam ediyordu ve oldukça zor günler geçiriyorduk. Buna rağmen bir gün bile viziteye çıkıp da bir hap dahi içmedim. Aslında bu dört sene içerisinde başımdan geçen olayları yazmaya kalksam sayfalar yetmezdi. Bu arada savaş bittikten sonra Türkiye Almanlar ve Japonlarla olan siyasi girişimlerinde soğuk dönemler yaşadı. Büyükelçiliklerini Ankara'dan çekmişlerdi. Biz bu dönemde terhis olduk. Askere başladığımda, yıl 1941 idi. Terhis olduğumda, 1945'ti. Bahar mevsimindeydik. Fakat gelen emire göre Şark illeri, yani Doğudaki illerin yolları kar nedeniyle kapalıydı. Dolayısıyla yollar açılana kadar terhis olunmuyor, misafireten kışlada bekletiliyorduk. Birçok arkadaş, bir an önce terhis olabilmek için, gidecekleri yerin yakınlığını vs belirterek terhislerini aldılar. Ama bana sorulduğunda, Ahlat'a gideceğimi söyledim. Yani yalan söylemedim. Bundan dolayı beni bırakmadılar. Bir ay kadar bölükte misafir kaldım. Nihayetinde yollar açılınca terhis olduk. Erzurum trenine binerek, Sivas-Erzurum yolçatında indim. Bir gece Sivas'ta kalarak ertesi gün Siirt-Kurtalan trenine binip Kurtalan'a geldim. Nice zaman sonra eski bir vasıta denk geldi. O zamanın parasıyla 125 kuruşa Baykan'a getirdiler. Baykan'da akşam vakti, jandarmalar bizi bir kahvehaneye getirdiler. Geceyi orada geçirmemiz isteniyordu. Ama kahvehane öylesine bakımsız, öylesine pisti ki, burada gecelemektense, yaya bile olsa yola devam etmeyi tercih ettim. Benimle birlikte, bir Ahlatlı bir de Adilcevazlı iki arkadaş yola çıktık. Yol da ancak bir yayanın yürüyebileceği kadardı. Epey yürüdükten sonra yorgunluktan Duhan hanının yakınlarında bir kayanın dibine sığındık. Orada uyuyakalmışız. Uyandığımda sabah vaktiydi. Kayanın hemen yanıbaşında akan sudan abdestimi alıp namazımı kıldım. Arkadaşlarımı uyandırarak yolumuza devam ettik. Ancak öğle vakti Bitlis'e gelebildik. Bitlis'te o zaman encümen azası olan İsa efendi gördü bizi. Van gölünde çalışan gemiler vardı. Haftada üç gün de Ahlat'a uğrardı. Kendisine geminin gidip gitmediğini sordum. Aldığım cevap maalesef olumsuzdu. -Gemi gitti. O gece Bitlis'te kaldık. Ertesi sabah yolumuza devam ettik. Rahva mevkii kar yağışı çok yoğun olan bir yerdir. Burada kışın çokları kardan boğulurdu. Rahva'ya geldiğimde, Mayıs ayı olmasına rağmen o kadar kar vardı ki, ayağımı telgraf direğinin üstüne basıp da potinimin bağını bağladığımı dün gibi hatırlıyorum. Bu olayı hiç unutmam. Adeta karın üzerinde yüzerek gidiyordum. Öğleye doğru Tatvan'a, akşama doğru da evime vardım. Bu arada, ben gelmeden önce yakınlarıma, benim tren kazasında öldüğüm haberi yayılmış. Terhisi geç alışım ve geç gelişim bu ihtimali güçlendirmiş. Ailem tedirginlik içindeydi. Eve geldiğimde sanki kıyametler kopmuştu. Bağırışmalar, sevinç çığlıkları birbirine karışıyordu. Çünkü annem kardeşim ve akrabalarım beni çok merak etmişlerdi. Özellikle annemin ben ve kardeşimden başka kimsesi yoktu. Neticede aileme kavuşmuştum. Namusumla, gururumla, şerefimle o büyük ve kutsal vazifeyi üstün başarı ile bitirmiş oldum. Şu an, seksen yaşımı bitirmiş olmama rağmen sağlıklı, mutlu ve huzurlu biriyim. Bu arada tekrar askere çağırsalar, tekrar seve seve giderim..." Seksenlik delikanlının kendi dilinden hatırasını hemen hiçbir kelimesine dokunmadan yayınladık. O hayatından da memnun, yaptığı çile dolu askerlikten de gurur duyuyor. Aslında size birşey diyeyim mi? Onlar o dönemde hayatta yaşamamış, sadece çile doldurmuşlar. Dünyadan haberleri olmadığı için de, kendileriyle bir başka gençliği kıyaslama imkanları olmamış. Peki biz bugün hayatta ne kadar yaşıyoruz? Sonra şöyle yüksek sesle düşünüyoruz. O günün şartlarında ne teknoloji vardı ne globalleşme. Ama azim vardı, sebat vardı, gayret vardı. O azimli insanlar acaba bugünün gençliğiyle yer değiştirseydi ne olurdu? Bugünün kaç genci, o sıkıntıya seksenlik delikanlı gibi katlanırdı? Katlanmaktan öte, acaba kaç kişi o sıkıntıya dayanabilirdi? Veya bu kez aksini düşünelim. O cefakâr insanlar, bugün bu şartlarda genç olsalardı acaba böyle karamsar, umutsuz, hedefsiz mi olurdu? Yoksa daha enerjik, daha hareketli bir gençlik mi ortaya çıkardı? Ya da hiçbir şey değişmez miydi? Bu sorunun cevabını elbetteki günümüz gençleri verecek.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.