Gazetemizin Reklam Genel Koordinatörü Hayati Odabaşı: ‘Kriz geçici, reklam kalıcıdır'

A -
A +

Reklamcılığa 1994 yılında yine bir kriz gününde başladım. Çok ilginçtir, bu kriz ha bitti ha bitecek derken, yeni yeni krizlerle yaşamaya alıştık. Piyasalar da alıştı. Sonra her şeyimizi krize göre ayarlamaya başladık. Sonra 1998 krizi yaşandı ki bu biraz daha yüzeyseldi. Ama belki de şu andaki krizin alt yapısını hazırladı. Daha sonra Rusya'daki 1999 krizi derken geçtiğimiz 2000 yılındaki Kasım krizi ve 2001 Şubat krizi hep biz reklamcılar için acı tecrübelere örnek oldu. Bugün itibarıyla yine kriz içersinde reklamcılık, kriz içersinde özel sektörde, ekonominin gerektirdiğini yapmaya çalışıyoruz. Krizde piyasayı iyi koklamak, iyi yoklamak lazım. Sokakları iyi tercüme etmek lazım. Bizim, gazete olarak en büyük farklılığımız, bölgeler arası teşkilatımızın çok iyi olması. Şu anda Adıyaman'daki halkın durumunu da, Edirne'dekinin de, Antalya'dakinin de tavrını ve isteklerini çok iyi analiz edebiliyoruz. Vizyonsuz olmuyor Evet, vizyonsuz olmuyor. Bir insanın da vizyonu olması lazım. Bir ailenin de, bir devletin de vizyonu olması lazım. Buna ne derseniz deyin ama her halükârda insanın vizyonu olması lazım. Bugün kim vizyon sahibi denildiğinde "başarılı olanların vizyon sahibi olduğunu" görüyorsunuz. Ya da "vizyon sahibi olanların başarılı olduğunu" görüyorsunuz. "Vizyon sahibi olmak ne demek?" denilince de karşımıza kişinin kendisine öz güveni ve kendini tanıması çıkıyor. Yani vizyon sahibi olabilmek için kişi, ilk önce çevresini ve insanları iyi analiz etmeli, daha da önemlisi insanlarla iyi iletişim kurabilmeli. Çok ilginçtir, Türkiye'deki krizin en önemli unsurunun ne olduğu sorusuna şu cevap veriliyor. Şu anda biz sadece ekonomik krizde değiliz. Bu krizin detayına indiğiniz zaman % 65, insanlardaki iletişim bozukluğundan kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Siyasetteki iletişimsizlik, ekonomide tüketiciyle üretici arasındaki iletişimsizlik, işçiyle işveren, çalışanla çalıştıran arasındaki iletişimsizlik krizde en etkili faktör. Yani bizim esas problemimiz iletişimsizlik. İtişmek mi iletişmek mi? Bu iki kelime yapı itibariyle birbirine çok benzemesine rağmen, anlam itibarıyle birbirine yüz seksen derece zıttır. Bugün bizler genelde iletişmek yerine itişiyoruz. İtişmek de bir arayış yoludur, ama iletişim değildir. Toplum olarak en büyük problemimiz iletişim problemi. Ay'a çıkan insanla iletişim kurabilecek sistemleri geliştiriyoruz ama çoğu kez, anne kızıyla, baba oğluyla komşu komşuyla eşler birbiriyle iletişim kurmakta zorluk çekiyorlar. İletişimsizlik en küçük birim olan aileden en büyük birim olarak siyasete kadar her kesimi içine alınca ortaya problemler yumağı çıkıyor. Bu problemler, ailenin çocuklarını anlayamaması, eşlerin birbirini anlayamaması, üreticiyle tüketicinin birbirini anlayamaması, siyasetçiyle yönetilenin birbirini anlayamaması olarak ortaya çıkıyor. İletişim bir beceridir. İletişim, size karşı sıkılan bir yumruğu açma sanatıdır. İletişimin okulu var mı? Türkiye'de keşke bunun bir okulu olsa. Hayat fakültesinin de iletişim kolu yok. Bu, tecrübelerle ve insanların direkt karakteriyle oluşuyor. Bir konuda örnek vermek gerekirse, bir insana para vermemenin yüzlerce yolu vardır. Direkt olarak "Para yok!" da dersiniz. Paranın olmadığını değişik cümlelerle de ifade edebilirsiniz. Yahut para verirken, parayı açık verirsiniz. Parayı zarf içinde verirsiniz. Veya belli bir süre oturtur karşınızdakini dinlersiniz. Belli bir şekilde telepati veya empati kurarsınız. Nitecede para verseniz de vermesenizde o insan hiç önemli değildir. Önemli olan o insanı kapınızdan memnun olarak ayırmanızdır. IQ değil EQ gerekiyor Çok önceleri, hayatta başarının yegane şartının IQ olduğu söylenirdi. Eskiden başarılı insan aranırken salt zekaya bakarlardı. IQ'sü fazla olanlar alınırdı. Son senelerde IQ yerine duygusal zeka dediğimiz EQ aranır oldu. Neydi duygusal zeka? Duygusal zeka, insanı sadece sayısal ölçümlerle değil, bir insan olarak duygu düşünce ve ruh haliyle topyekun olarak tanıma ve çözme olgusu. Duygusal zekayı insanlarla iletişim kurma, toplum içinde insanlarla iyi geçinme sanatı olarak yorumlayabiliriz. Liderler duygusal zekaya en fazla sahip olan insanlar. Normal zekası olan her insan, bu iletişime geçemiyor. Peki bu nasıl tespit edilir? Bu öbür zeka ile tesbit edilemez. Bu ancak hayat okulundaki davranışların ölçümlenmesiyle anlaşılabilir. Duygusal zeka... Duygusal zeka toplumsal süreçtir. İnsanın duygusal zekası belli bir süreden geçerek oluşur. Biz Türk milleti olarak birbirimize benzeriz. Fakat Türkiye'yi yöneten liderler, başarılı iş adamları, başarılı yazarlar yüzde beştir. Bu oran yüzde on, yüzde yirmiler gibi topluma yayılmaya başladıkça bizim iletişim performansımız da yükselir. Ancak bu yükseliş sürecinde global dünyadaki yerimizi alabiliriz. Tabii ki, bu gelişim insanın yaratılışıyla, aile yapısıyla, maddi manevi zenginlikleriyle, yaşadığı toplumun durumuyla direkt olarak ilgili bir hadise. Bir dereceye kadar da aldığı terbiyeyle alakalı. Kendisiyle barışık olmak Bütün bunlardan sonra diyoruz ki, bir insanın duygusal zekası kuvvetli olmasından da öte kendisiyle barışık olması gerekiyor. Bir insan kendisiyle barışık olmayıp, içinde fırtınalar eserken, dış dünyaya istediği kadar gülücükler dağıtsın bu yapmacıklıktan öte gitmez. Önce içerideki fırtınaların dinmesi lazım. İnsanlar kendi içiyle barışık olmayınca karşısındaki insanları ikna edemez. Biz bunu beden diliyle anlayabiliyoruz. Çok açık olarak bir insanın yalan söylediğini, ya da samimi olduğunu, kendisiyle barışık ya da bunalım içinde olduğunu beden dili ele veriyor. Dolayısıyla duygusal zekaya sahip olan insan beden diliyle de anlaşıldığı gibi samimidir. İçiyle dışı birdir. Kendiyle barışık olduğu için hesabı yoktur. Hesabı olmayan insan, herkese eşit olduğu için iyi anlar, iyi anlaşır. Kriz fırsattır! Çince'de krizin bir anlamı da "fırsat" demektir. Dolayısıyla akıllı, vizyonu geniş olan bir iş yeri sahibi, krize tıkanıklık olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak bakabilmelidir. Neden? Çünkü kriz anında bütün firmalar bir belirsizlik içinde duraksayıp, karasızlık içersinde beklerken, o vereceği akıllı bir kararla anında herkesin önüne geçebilir. İşte kriz bu açıdan fırsattır. Ancak dikkat edilmelidir ki, krizler geçici, reklamlar kalıcıdır. Şirketler reklam harcamalarına stratejik bir unsur olarak bakmalıdır. Reklamı tasarruf kalemi olarak görmek, uzun vadede şirkete zarar verir. Odabaşı Kimdir? 1958 Çankırı doğumlu. İşletme tahsili yaptı. Devlet sektöründen emekli olduktan sonra İhlas Holding'in çeşitli birimlerinde görev yaptı. 1994 yılından beri reklam sektöründe bulunuyor. Halen Türkiye Gazetesi Reklam Genel Koordinatörlüğü ile TürkiyemCard projesini yürütüyor. Evli ve iki çocuk babası olan Odabaşı, İngilizce ve Fransızca biliyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.