Sırtımda akrep taşımışım

A -
A +

Avusturya'dan Yakup Çobanoğlu'nun hatırasını yayınlamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Okuyucumuz askerliğini yaptıktan sonra para kazanmak düşüncesiyle Viyana'ya gider. Çok zor şartlar altında çalışmaya başlar. Kurduğu başarılı diyaloglar sayesinde çalışma izni de alır. Bu arada hiç ummadığı bir günde Türkiye'den eniştesinin geldiğini öğrenir. İster istemez onu yanına alır ve ona da iş aramaya başlar. Tam bu arada vize uygulaması başlamıştır. Dolayısıyla eniştesine de vize almanın yollarını düşünmeye başlar. "Aklıma gelen fikir şuydu. Nasıl olsa işyeri sahiplerine vize hakkı veriliyordu. Ben de dükkan açmayacak mıydım? Benim vize işim önceden hallolduğuna göre, açacağım dükkanı eniştemin üzerine gösterirsem, ona da vize alma hakkını kazanmış olacaktım. Bu düşünceyle, senelerdir çalışıp biriktirdiğim paranın üzerine bir o kadar da borç alıp hem de tam oniki personelin çalıştığı çok muazzam bir oto servisi açtım. Bunu açarken avukatım beni uyarmış ve demişti ki: -Beyefendi, bu dükkanı eniştenin üzerine açıyorsun ama yarın hiçbir hukiki hakkın olmayabilir. İstersen herhangi bir duruma karşılık ondan umumi bir vekalet almalısın. -Hayır, gerek duymuyorum. Bunu söylerken hem eniştemin güven duygusunu sarsmak istememiştim. Hem de ondan milyonda bir de olsa kalleşlik beklemiyordum. Çünkü kendisine hep yardımcı olmuştum. Aylarca evimde baktığım gibi kırıcı, gücendirici hiçbir sözüm de olmamıştı. Günlerdir koşturuyordum ama çocuklar gibi sevinçliydim. Nihayet dükkanı açmış, tam tekmil faaliyete geçmiştik. İşimiz öyle güzel başlamıştı ki kasamıza günde dört-beş bin marktan aşağı para girmiyordu. Aradan çok geçmedi. Bizim konuşma özürlü, herkese kendini acındıran enişte bey birden öyle değişti ki, artık giden gelenlerin selamlarını almaya bile tenezzül etmiyor, alsa bile ağzındaki sigarayı eline almaya dahi gerek duymuyordu. Aaa, müşterilerle bir kral edasıyla konuşuyor, kendini herkesten üstün görüyordu. Bu kadar insan tanımıştım ama böylesini görmemiştim. Önceleri "Birden kendini bir servetin içinde bulmanın sarhoşluğudur" diye üzerinde fazla durmadım. Daha doğrusu işin aksini bile düşünmek istemiyordum. İşe başladığımızın üçüncü günüydü galiba. Bir şey sormam gerekiyordu. Kapıdan çıkarken ardından seslendim: -Bir dakika bakar mısın? Böyle dediğimde, dönüp bakmaya bile tenezzül etmeden, "Hadi sen de" dercesine elini kaldırdı ve içerden çıktı. Bir anlam veremedim. Acaba ne demek istemişti? O ana kadar bırakın en ufak tartışmayı, onu kıracak bir kelimem dahi olmamıştı. Akşam herkes dağıldıktan sonra, o hareketiyle ne demek istediğini sorduğumda verdiği cevap enteresandı: -Ben senin emrinde çalışmam arkadaş, bu iş böyle gitmez!.. Şok oldum, elim ayağım tutuldu. Bu benim yıkılışım yok oluşum demekti. Sebebini sorduğumda bahane bulamıyor, hep aynı cümleyi tekrarlamaya çalışıyordu. "Bu iş böyle yürümez, ben senin emrinde çalışamam!" Yahu ben sana emretmedim ki... Öyle olsa bile ne çıkardı bundan? Yeter ki bize başkaları emretmesin. Vize alabilmesi için herşeyi onun üzerine yapmıştım. Bir anda ikiyüzbin marklık dükkanın patronu oluvermişti. İçerisinde bir kuruşu olmasa da oranın sahibi oydu artık. Üstelik gidip "Çobanoğlu beni tehdit ediyor, malımı elimden almak istiyor" diye beni polise de şikayet etmişti. Artık poliste sabıkalıydım. Küçük bir olayda yurtdışı olabilirdim. Ya o zaman ne olurdu halim? Aldığım borçları nasıl öderdim? Mantığım durmuştu sanki. Geceler boyu uyuyamıyor, beni mahveden bu yaratığı yok etmenin planlarını yapıyordum. Anam, babam, kardeşlerim beni sık sık arıyor bir hata yapmamam için uyarıyorlardı. Hele canımdan çok sevdiğim rahmetli babamın, "Sakın evladım hakkımı helal etmem" deyişi beni kahrediyor, elimi ayağımı bağlıyordu. Rahmetli babamın anlattığı hikayeyi hatırladım. Şöyle ki, ırmaktan karşıya geçmek isteyen ama geçemeyen akrebi, kaplumbağa sırtına alır. Tam karşıya yaklaştıklarında, karayı görür görmez. Akrep zehirli iğnesini çıkarır, bunu farkeden kaplumbağa, "Akrep kardeş ne yapmak istiyorsun ben sana iyilikten başka ne yaptım ki?" dediğinde. "Kusura bakma zehirlemek benim mayamda var, ben seni zehirlemezsem canım rahat etmez" der. Sırtıma aldığım yaratığın akrep olduğunu anlamıştım ama çok geçti. "Allahım bana sabır ver" diye dua etmekten başka bir şey gelmiyordu. Fakat beni üzen, beni kahreden, aylarca evimde yedirip içirdiğim, her derdiyle dertlendiğim, insan bildiğim ciğeri on para etmez biri tarafından kalleşliğe uğrayışımdı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.