Bir kese altın için!..

A -
A +

Geçenlerde, İngiltere'ye gidip orada ikamet eden bir ailenin, yolda çarpıştığı yaşlı bir İngiliz kadının kendilerine gösterdiği alicenaplığı ifade eden hatırasını yayınlamış ve demiştik ki, "Sakın ola ki, sadece onlar kibar, onlar hoşgörülü zannetmeyin. Bizim insanımızın karakterinde var olan cevher zayi olmamıştır. Şartlar insanımızı bu hale getirdi diye insanımıza haksızlık etmeyelim" İşte bugün Ankara'dan gelen faksta, Sefer Öztürk'ün bir hatırası yazılı. Okuyun bakalım, bizim insanımız ne kadar değişmiş? Ya da ne kadar özdeki cevherine sadık... "Güzel bir cuma günüydü. Hemen her emeklinin yaptığı gibi, biraz vakit geçirmek hem de değişik bir camide cuma namazını eda etmek için Kızılay'a doğru yola çıktım. Yavaş yavaş gittiğim için, camiye yaklaştığımda vakit gelmişti. Hatta insanlar camiye gelmiş namaz için saf dahi tutmuşlardı. Yanımda gençten bir delikanlı vardı. Sünnetler kılındı, hoca efendi hutbeye çıktı. Ardından iki rekatlık cum'a namazını kıldık. Namaz bittiğinde delikanlı duayı beklemeden erkence camiden ayrılmıştı. Ben ise vaktim müsait olduğu için cemaatin dağılmasını bekledim. Artık camide kimseler kalmayıp, ortalık sessizliğe bürününce ben de yavaş yavaş yerimden kalktım. Ayağa kalkarken bir de baktım, hemen yanıbaşımda bir siyah kesecik var. Bu kuyumcuların aksesuar özelliği taşıyan minik keselerinden bir keseydi. Şöyle elimle yokladım. Sonra da içini açıp baktım. Gördüklerime inanamadım. İçi altın doluydu. Dışarı çıktım. Altınlar beni bir anda büyülemişti sanki. Doğrusu şu ekonomik sıkıntı içinde olduğumuz günlerde nefsimle mücadeleye başladım. Hem yürüyor hem düşünüyordum. Bu altını versem mi vermesem mi? Versem kime vereceğim? Vermesem ne yapacağım? Sonunda ne elime geçecek, ne kaybedeceğim? Bu işkence misali sorular beynimde alt yazı gibi geçerken bir an gözümün önüne, otuzbir yaşında rahmetlik olan evladım geldi. Dünyada kalıcı olmadığımızı hatırladım. O an tansiyonum düşmüş olmalı ki rahatsızlık hissettim ve bir yere oturdum. Yol üzerinde bir kuyumcu dükkanının karşısındaydım. Ben istirahatteyken kuyumcuya, telaşlı ve öfkeli birisi girdi. Öyle yüksek perdeden konuşuluyordu ki, benim de kulak kabartmam neticesinde konuşulanları duyuyordum. Diyordu ki adam: -Beyefendi, biraz önce tarttırdığım bilezikleri burada unutmuşum. Almaya geldim. Kuyumcu şaşırmış haldeydi. Gün boyu satın aldığı ve hurda bölümüne attığı bilezikleri eğilip rafın altından çıkardıktan sonra cevap verdi: -Bakın aldığım altınlar burda. Sizin bileziklerinizi tarttıktan sonra iade ettim. Genç, elini başına götürüp, öyleyse şimdi ne yapacağım dercesine bir sağa bir sola çaresizlik içinde bakındıktan sonra tekrar kuyumcuya döndü: -Yine de bilezikleri burada bırakmış olmalıyım. Genç kuyumcuyu sıkıştırıyordu. Kuyumcu ise, bu gence cevap yetiştirmeye çalışıyordu. O ağız düellosunu izlerken, genci hatırlamaya başladım. Ama emin değildim. Hemen olaya dahil oldum. Genci yanıma alıp bir taraftan teselli etmeye çalışırken, bir taraftan da kaybettiği şeyin evsafını yani özelliklerini soruyordum. Gencin anlattıkları, tıpkı bendeki kese içinde bilezikleri tarif ediyordu. Elimi omuzuna koyup gülümseyerek dedim ki: -Evladım, helal mal, döner dolaşır sana geri gelir. Sonra keseyi çıkartıp içindekileri gösterince genç yeniden doğmuşcasına sevindi. Bana dedi ki: -Amca, yeni ev alacaktık. Paramız yetişmemişti. Bu bilezikleri borç almak zorunda kaldım. Burada eşimin bilezikleriyle birlikte arkadaşlarımdan borç aldığım altınlar bulunuyor. Bu iyiliğinizi hiç unutmayacağım. İçinden bir tanesini de size hediye etmek istiyorum. Kabul etmedim. Adresimi aldı. Teşekkür üstüne teşekkür ederek ayrıldı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra bir miktar para ile geldi. Onu da kabul etmedim. Hâlâ arada bir gelir beni ziyaret eder. Görüştüğümüzde o heyecan dolu günü yad ederiz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.