Çözümler tutarlılıkla mümkün

A -
A +

Türkiye'nin bugüne kadar beş anayasa eskittiğine dikkat çeken Kuzu, anayasanın değiştirilmesinin çözüm olamayacağını, ancak mevcut yasaların çağa göre yeniden yapılandırılabileceğini söyleyerek şunları ifade ediyor: "İkiyüz yıllık süre içerisinde anayasalarımız çok değişiklikler geçirdi. Aynı süre içerisinde örneğin Amerika tek anayasayla yönetiliyor. O da değişmedi değil. Zamanla kırka yakın bir değişiklik geçirdi. Fakat bunlar rehabilite anlamında değişikliklerdi. Yani onlar aynı anayasayı değiştirerek bu hale getirdiler. Biz ise 1876'dan bu tarafa beş anayasa değiştirerek geldik. Tabii bu devlette devamlılığı sağlama bakımından önemli." 1921-1924 Anayasası 1921-1924 anayasalarına gelince, bunlar bizim asıl en milli anayasalarımızdır o tarihte. Çünkü çarıklı erkanı harp yapmış. Kuva-yı milli ruhu oradadır eğer aranıyorsa. Dili de çok düzgündür. Eksik olabilir o günün şartlarında. Kaldı ki bu anayasalar demokratik mi değil mi tartışmasını yapmak da biraz bence insafsızlık olur. O günün durumuna baktığınız zaman Eskişehir'e gelmiş düşman. Sen anayasa yapıyorsun Ankara'da. Sonra bu anayasa iyi mi kötü mü diye tartışmak için o günün şartlarına bakmak lazım. Tepki anayasaları... Ama 1960 ve 1982 anayasalarına baktığımızda her ikisi de tepki anayasalarıdır. Darbeyle gelmiş anayasalardır. Öyle olunca bunları affedemiyoruz bir yerde. Yani artık dünyanın demokratik yapıya ve sivil yönetimlere alıştığı bir dönemde, askeri ihtilaller yapmak suretiyle yeni anayasa hazırlıyorsunuz. Hani öfkeyle kalkan zararla oturur derler. Bu çerçevede biz de tepki anayasası yapmışız. 1950-1960 döneminde Demokrat Partinin iktidarına tepki gösterip o günkü anayasa yapan ekip daha başta halkın % 50'sini oluşturan DP'lileri dışlamışlar. Bu anayasa, özgürlüklere fazla imkan sağlayan bir anayasa olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucunda ise iktidarlar terörle mücadelede zorlanmıştır. Çünkü bu anayasa aynı zamanda hükümetlere yetki vermede kıskançlık göstermiştir. Onların eli kolu bağlanmıştır. Hatta Demirel'in o zaman "Bu anayasa ile memleket yönetilemez" diye bir lafı vardır. Bu anayasanın bir şanssızlığı daha vardı. O da, bu anayasayı yapan ekibin değil de yapmayan ekibin iktidarları gündeme geldi. Tabii ki bu anayasayı hiçbir zaman benimseyemediler. Yirmi yılın sonunda Ve yirmi senenin sonunda 1980'de bir ihtilal daha yapılmak zorunda kalındı. 1970-1980 döneminde on yılda oniki hükümet kurulmuştu Türkiye'de. Bunlar tabii ki Türkiye'nin kötü yönetildiği anlamına geliyor. 1980'e geldiğimizde Türkiye'de günde ortalama 20 kişi öldürülüyordu. Bu sefer ne oldu? Bu sefer de hükümetleri kuvvetlendirici, özgürlükleri azıcık kenara çekici bir yaklaşıma girdi Türkiye. Terörden bıkmış bir millet gidip anayasaya evet oyu vererek % 92 evet oyu alındı. Anayasaya evet diyen vatandaş hep şunu düşündü. Bu anayasaya evet dediğimiz zaman Türkiye'de terör bitecek. Millet bir anayasayı değil terörle mücadele kanununu oyluyormuş gibi davrandı. Şimdi ne oldu? Ha şimdi ne oldu? 1980'den sonraki hükümetlerde özellikle Özal dönemindeki tek parti iktidarı olduğu için istikrar da oldu ve sorunlar pek gözükmedi. Ne zaman ki koalisyonlu döneme girildi. Anayasaya ihtiyaç tekrar kendisini hissettirdi. İki açıdan hissettirdi. Birincisi AB süreciyle demokratikleşme paketi bağlamında. İkincisi de istikrar sebebiyle anayasa değişikliği. Çünkü 82 anayasası hazırlanırken şu mantıkla hazırlandı. Yetki verilirken, sorumlu olan Başbakan ve Bakanlar kuruluna değil de sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanlığı makamına verildi. Niye? Çünkü "Cumhurbaşkanlığı makamı nasıl olsa siyasetin dışından geliyor" denildi. Öyle olunca "daha güvenli biri olur" kabul edildi. Hatta Özal rahmetli bu yetkiyi tanıyan 104. Maddeyle ilgili: "Bu maddeyi okuduğum zaman Türkiye'yi tek yönetecek olan kişi sanki benim" diyorum demişti ve bu yetkiyi kullanıyordu. Aynı şekilde Demirel de kullanmıştı bu yetkiyi. Davul hükümette, tokmak köşkte Elbette ki bu durum şunu getirdi sonunda. Cumhurbaşkanı bir yanlış yapacak olursa sorumluluk hükümete. Hiç dahli olmadığı halde hükümeti sorumlu tutmayı kabul edebilir misiniz? Böyle bir sistem olabilir mi? O halde yapılacak iş nedir? Gelinen nokta da budur. Culhurbaşkanının yetkilerini kısmak, onun gerçek sahibi olan Başbakanla bakanlara bunu vermek. Çünkü halkın karşısında hesap verecek olan bunlardır. İşte anayasa değişikliğindeki ikinci paket buna yöneliktir. Birinci paket AB çerçevesinde demokrasiyi güçlendirmek için yapılan belli çalışmalardır. İkinci pakette daha çok Cumhurbaşkanlığının yetkilerini törpüleyici, hükümete yetkiyi kaydırıcı bir yol gözüküyor. Ne var ki bu süreçte bir şanssızlık yaşadı Türkiye. Sayın Ecevit'le Sayın Cumhurbaşkanı arasındaki sürtüşme sonucu, sanki bu yetkilerin törpülenmesi isteği, bir öfke sonucunda oluyormuş gibi bir imaj uyandırdı. Ama yapılması gereken bu idi. Bu çatışmayı elbette ki sanssızlık olarak görüyorum ama bu ikinci paketten vazgeçilmemesi lazım. Kesinlikle gerçek yetkili olan hükümete bu yetkinin verilmesi lazım. Bu değişiklik paketeni bu bakımdan önemsiyorum. Anayasa sorunu ne zaman çözülür? Şöyle bir durum var. Dünyada gelişmiş ülkeler anayasa sorununu çözmüş ülkelerdir. Siyasi sorunu olmayan ülkelerdir. Dikkat ediyorum anayasal yönden sorun yaşamayan ülkeler, sosyal yönden de sorun yaşamıyorlar. Ve bakıyorsunuz anayasaları madde sayısı ve madde hacmi yönünden de kısa. Bakın ABD'ye 265 milyonluk bir ülke "yedi" maddelik bir anayasayla yönetiliyor. İngiltere'nin yazılı bir anayasası yok. Fransa 92 maddeliktir. Almanya 137 maddeliktir vs. Gelişmiş ülkelerin madde sayısı azdır. Çünkü sorunları maddeyle çözmüyorlar. Ama geçin bakın gelişmekte olan ülkelere. Bir Yugoslavya dağılmadan önce 406 maddelik anayasası vardı. Hindistan 406 maddelik... Bize gelin bakın her yeni anayasada artmış. Yani 1923'te bakın 23 maddelik anayasamız varken şimdi 177 maddelik anayasa olmuş. Bu nedir? Sorunlar yumağı gittikçe artmış. Sorunları çözmek için her soruna bir hüküm konmuş. Ama yine sorun çözülememiş. Yani demek ki, bir meseleyi çözmede hüküm koymak yerine onun temelinde yatan sosyo ekonomik kültürel sonrunları çözmeden netice alamazsınız. AK Partide bulunuşum... Ben, parti kimliği ön plana çıkan bir kimse değilim. Daha önce de birçok partilerden teklif aldım. Branşım, anayasa siyaset bilimi olduğu için, uygulamasını da zaman zaman yapıyoruz. Ama şimdiye kadar pek düşünmemiştim. Tayyip bey çok ısrar edince, bu alana kendimizi atmış olduk. Partiyi bir araç olarak bilirim. Hiçbir zaman amaç olmamıştır. AK Partinin kendisinden ziyade içindeki kadronun bilgi ve birikimine inanıyoruz. Eğer içindeki kadroda bu özelliğin olmadığını anlamış olsam, zaman içinde ordan da ayrılabilirim. Çünkü benim partizanlığım olamaz. Ben bir bilim adamıyım. Yani partiyi kurduk ama şundan dolayı bu işin içinde bulunmuş oldum. Hakikaten Türkiye'de siyaset dibe vurmuş. Zaman zaman da vatandaş işte, "Hocam çok güzel konuşuyorsunuz ama bunu icraata dökün bakalım" diyorlardı. İşte Türkiye'nin siyaseten bittiği bir noktada bu ekibe güveniyoruz. Bence kamuoyunun çok fazla tanımadığı isimler de olsa uzman insanların bulunduğu bir ekip. Bu insanların bilgi ve birikimlerinden faydalanmak lazım. O bakımdan bu insanların önünün açılması lazım diye düşünüyorum. Bu düşüncemi de yine bilim adamı sıfatıyla açıklıyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.