"Bu savcı çıldırmış" diyorlardı!..

A -
A +

Afyon cezaevinde savcı olduğum günlerdi... Mahkumların ruh halini çözmeye çalışıyor, onları disiplinle değil sosyal etkinlikle daha kolay rehabilite edebileceğimi düşünüyordum... Hayattan ümit kesmemeleri için, mahkum da olsalar insan olduklarına inanmaları için senaryosunu yazdığım bir piyesi sahneye koymalarını istedim. Piyeste rol almak isteyenlerden bir kadro oluşturdum. Konuyu şehrin mahalli erkanı ile de paylaşıp destek istedim. Çünkü kendilerine gerçekten değer verildiğini anlamak için bir vali, emniyet müdürü, jandarma alay komutanının onları izleyecek olması önemliydi. Bu aslında çılgınca bir karardı! Dönemin valisi diyordu ki: -Sen çıldırdın mı ya bir vukuat çıkarsa! -Çıkmaz sayın valim, ben mahkuma güveniyorum. Emniyet müdürü haklı olarak soruyordu: -Bir nahoş durumda sorumlu kim olacak? -Sorumlusu benim sayın emniyet müdürüm, ne yaptığımın ve ne yapmak istediğimin farkındayım. Sonuçtan hepimiz memnun olacağız göreceksiniz. Bana "bu savcı çıldırmış" diyorlardı. Mahkumlara moral verilecek diye mesleki hayatını dahi riske atacak kadar mahkum adına nasıl da böyle söz veriyordum. Seçtiğim mahkumlara oynanacak piyeste rollerini dağıtıp cezaevinde provalara bile başlatmıştım. Nihayet program yapıldı ve tedirgin bir halde de olsa şehrin ileri gelenlerinin katıldığı bir piyes sahnelendi. Mahkumlar kendilerine sunulan bu fırsatı gayretle değerlendirmeye çalışıyordu. Hiçbirinin aklına vukuat çıkarmak ve savcılarını zorda bırakmak gelmiyordu. Piyesin sonunda kopan alkış tufanı hem davetlileri coşturmuş hem piyeste rol alan mahkumları çok duygulandırmıştı. Piyesin açılış ve arada geçen sunum konuşmalarını yapmak için tek başına kürsüye gelen bir mahkum vardı. Yakışıklı mı yakışıklı, sesiyle, fiziğiyle alımlı mı alımlı dalyan gibi bir genç. Hele bir sunuculuğu var ki hayran olmamak elde değildi. İzleyiciler onu sanki yılların ses sanatçısını alkışlıyor gibi alkışlıyordu. Hatta bildik şekliyle, genç kızlardan sahneye fırlayıp boynuna sarılmak isteyenler bile vardı. Ama ne enteresandı ki piyeste rol alan mahkumlar arasında bir tek bu mahkum hücre cezalısıydı. Dolayısıyla piyes bittiğinde, mahkumlar için sanki rüya bitiyor gerçek hayat, yani mahpusluk tekrar başlıyordu. Ama herkes bir arada koğuşuna giderken, Osman ismindeki bu sunucu mahkum tek başına boynunu büküp az önceki başarısının ödülü bu gibi hücresine kapatılıp üzerine demir kapı kapatılıveriyordu. Ne o ışıklı sahneden, ne vali beyden tutun da il jandarma alay komutanına ve eşlerine kadar herkesin ayakta alkışladığı seçkin davetlilerden bir eser kalıyordu. Bir izbe oda, bir loş zemin, küflü bir battaniye... Ah ediyordu Osman... Belki içeride başını duvarlara vuruyordu ama kader işte... Tamam da Osman'ın suçu neydi? (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.