"Menzil Türkiye, menzil Türkiye..."

A -
A +

Necibullah'ın Türkiye'ye getirilmesi için verdiğimiz mücadeleden netice alamamış, duadan başka ümidimiz kalmamıştı. Artık her sabah büroya geldiğimde Necibullah'ın gönderdiği besmele-i şerifi elime alıp dua ediyordum: "Ya Rabbi, o senin ismini gönderdi, sen onun cismini gönder." Besmelede "Allah'ın adıyla" demiyor muydu? Öyleyse Rabbime yalvarıyordum. O ismini gönderdi sen cismini (kendisini) gönder... Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Bir sabah saat on civarıydı. Büroda çalışırken odadan içeri Necibullah'ın amcasının oğlu ve beraberinde bir iki akrabası çıkageldi: -Müjde Abi müjde... -Hayırdır, Necibullah mı geldi, diye yerimden fırladım. -Evet o geldi... O melul mahzun içeri girdiğinde hemen sümenin içinde sakladığım kendi el yazması besmele-i şerifi göstererek dedim ki: "Rabbim sana şükürler olsun. O ismini gönderdi, sen de cismini gönderdin!" Şaşırdı, hediyesine gösterilen hürmetime de sevindi. Bir anda odada bayram havası meydana gelmişti. Ardından bir sarılıp kucaklaştık ki sanki öz baba oğul gibi... -Abiciğim... -Canııım... Gözlerimizi kurulayıp, neden sonra şöyle karşıma alıp seyrettim o mübarek çehreyi... Senelerce verilen mücadelenin yorgunluğu, muhacirliğin verdiği gariplik nasıl da hırpalamıştı körpe bedenini. Meğer Türkmenistan'da ona bir aylığına turist vizesi ayarlamışlar. Biraz soluklandıktan sonra yaşadıklarını kendi lehçesiyle kısaca ifade etti: "Tam iki buçuk yıl, menzil Türkiye menzil Türkiye." Yani iki senedir, bütün hedefimiz Türkiye'ye kavuşmaktı... Ben de güzel bir beyitle cevap verdim: "Erişir menzil-i maksuda aheste giden,/Tiz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır" (Acele etmeyen amacına ulaşır, acele edenin ayağına eteği dolaşır.) Turist vizesiyle de gelse, buraya adım atmış ya gerisi de inşallah gelir diyorduk. O gün izzet ikramdan sonra Necibullah'a dedim ki: -Necibullah bizim İstanbul'da çok iyi eğitim veren bir kolejimiz var. İhlâs Koleji... Hocalar mükemmel, idareciler mükemmel bina mükemmel, eğitim mükemmel... Seni oraya göndereyim orada okursun. Baktım pek sevinmedi. Boynunu büktü. Anladım ki başka bir arzusu olmalı. Sordum yine gönlünü alarak: -O zaman söyle gönlün ne istiyor senin? Mahcup ve çekingen dedi ki: -Akrabalarım kokusuna hasretim. Mümkün ola onlardan ayırmayasız. Yeniden gurbet içinde gurbet yaşatmayasız. Hiç üstelemedim: -Peki Necibullah burada başlatırız eğitimine. Çok sevindi. Bu karara şimdi ikisi de rahmetli olan amcazadesi ile babaannesi Hacer Teyze de sevinmişti. Liseye kayıt için ne gerektiğini araştırmaya başladık. Necibullah'ın Bursa'da oluşuna öyle sevinmiştik ki turist vizesiyle geldiğini bile unutmuştuk. Ama lise müdürlüğü çabuk hatırlattı acı gerçeği. O bir turistti ve vizesi dolduğunda hudut dışı edilecekti. Canım sıkıldı. Bu çocuk kendi imkanıyla gelmişti. Bari burada ikametini sağlamamız gerekmez miydi? Çaresiz ona sor buna danış derken hatırıma Kıbrıs dışişlerinde bir tanıdığım geldi. Telefon açıp dedim ki: -Levent Bey hal böyle iken böyle... Necibullah'ın kayıt zamanı geldi. Ama diyorlar ki: "Ya eğitim vizesi alacaksınız ya da süresi dolunca hudut dışı edilir." -Benden istediğiniz nedir? -Necibullah'ı uçağa bindirip İstanbul'dan Kıbrıs'a göndersek, onu havaalanında karşılar mısın? Misafir gibi ağırlar mısın? En önemlisi bir eğitim vizesi çıkartıp Türkiye'ye gönderebilir misin? Bilesin ki bu çocuğun süresi de dolmak üzere. Hele bir de Türkiye'den geri gönderilirse bir daha mümkün değil getiremeyiz. Biz isteklerimizi bir çırpıda sıralamıştık. Tamam da KKTC'de Levent Bey bu isteklerimize çözüm üretebilecek miydi? (Devamı yarın) > A. Numan Ünal-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.