Bayram ziyareti hoş geçti ama...

A -
A +

Telefondaki ses tanıdık birine benziyordu ama kimdi acaba? -Buyurun benim, dedim. Sen kimsin? -Tanımadın mı beni? Teyzenin kızı Sevcan ben... -Aa Sevcan, hayırdır? -Sizin evden kedi miyavlaması geliyor. Üç günden beri zavallı hayvan miyavlayıp duruyor. -Aman Allah'ım, kediyi evde mi unutmuşum? -He ya... Galiba öyle olmuş... Ne yapacağız bilmiyoruz. Artık edemedik, seni arayalım dedik. Şu başıma gelene bakın... Sevcan köyden, Trabzon'dan arıyordu. Ben ise İstanbul'a gelmiştim çoktan. Ne zamandır bayramda gidemiyorduk köyümüze. Hep tatili hasat mevsimine denk getiriyor, fındığımızı topluyor, harala gürele çalışıyor, sonra da apar topar yorgun argın İstanbul'a dönüyorduk. Demiştim ki bu defa bayramımı köyümde geçireyim. Şöyle bu bayram da hısım akrabayla köyümde bayramlaşayım. Bu niyetle ilk defa bu sene, kurban kesmek yerine vekâlet verip bir hayır kurumuna bağışta bulunmuştum. Vekâletimizi verdik. Hazırlığımızı yaptık. Ailecek Trabzon'a doğru yola çıktık. Yol boyu her şey sanki ne kadar da değişmiş ne kadar güzelleşmişti. Hele köyümüze vardığımızda o yeşil fındık bahçeleri, şırıl şırıl akan dere, köyün sembolü eski ahşap minareli camsi, bayram duygusunun verdiği manevi haz ile nasıl da alıp götürmüştü beni çocukluğuma... İnsan ne yapıp edip bir fırsatını bulmalı ve bayramı bir de memleketinde yaşamalı. Çocukluğunu, gençliğini yaşadığı o mekânları, o insanları bir de bayramda görmeli. Bizzat bayramlaştığınızda diyorsunuz ki: "Meğer telefonla, mesaj çekerek falan bayramlaştığımızı zannediyormuşuz. Bayram bizzat el öperek ya da el öptürerek oluyormuş." Nasıl sevindim, nasıl mutlu oldum anlatamam... Yıllar sonra nihayet gerçek anlamda bir bayram hazzı yaşamıştım. Hayatım yeniden anlam kazanmıştı. Bu beni rahatlatan, İstanbul'un biriken stresini üzerimden atan mükemmel bir duyguydu. Şimdi bunca hoş bir duygudan sonra, sen tut, dönüşe geçtiğinde kapıyı kilitleyip ayrılırken kediyi farkında olmadan evde unut. Evimiz de yılda bir gittiğimiz için bayağı muhafazalı. Kapısı penceresi kuşa kurda, hırsıza-arsıza karşı korunaklıydı. Dolayısıyla sevimli kedimizin evden dışarı çıkabilme şansı yoktu. Zavallı hayvancağız, evde kendi başına ne yer ye içerdi? Çünkü ayrılırken özellikle kap kacak her yer yerleştirilip ağızları kapatılıyor, musluklar kontrol ediliyor, dolaplar boşaltılıp fişleri çekiliyordu. Dolayısıyla hayvancağızın kendi başına yiyip içebilecek bir şey bulması da mümkün değildi. Bir dahaki seneye hasat mevsimine kadar açlıktan susuzluktan ölürdü. Hele de günlerce acı içinde miyavlamasına nasıl can dayanırdı? Daha telefonu alır almaz yüreğime bir sızı düşmüştü. Allah'ım nasıl da onu görememiştik. Ne yapacaktık şimdi? Bir kedi için yeniden kalkıp İstanbul'dan Trabzon'a mı gidecektik? İznimiz de kalmamıştı. Köydeki evimizin anahtarını da kimseye veremiyorduk. Çünkü iki üç tona yakın fındığımız vardı. Doğruya doğru, bu devirde kimseye güven olmuyordu. Dolayısıyla, yedek anahtara bile güvenemediğin durumda, bir çilingir bulun da açtırın denir miydi? Mecburen aklıma yaşlı amcam geldi. Biz gidemediğimize göre, Trabzon'dan İstanbul'a anahtarı almaya gelebilecek olan bir tek amcam vardı. Onu aradık. Ertesi gün yola çıktı. Bir gün sonra da anahtarın yedeğini alarak köye geri hareket etti. Dedim ki: "Amca, kediyi evden çıkarttıktan sonra anahtarı kırıp at!" Amcam o kadar yolu tekrar döndü. Köye ulaşıp kediyi evden çıkarttıktan sonra da anahtarı kırarak imha etti. Bir kedi sebebiyle, mutlu ve huzurlu geçen bayram sonrası böylesi bir telaş yaşadık. Rumuz: "Karbeyaz"-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.