"Bizi ancak ölüm ayırır" derdi, ölüm ayırdı!..

A -
A +

O gün öğleyin çalan telefonla yüreğimiz ağzımıza gelmişti. Anneannemlerin komşusu Ahmet Ağabey idi arayan: -Telaşlanasınız diye aramıyorum ama Hacı Amcamları çok merak ettik. Neredeyse öğle okunacak. Hiçbirinden ses yok. -Sakın dumandan etkilenmiş olmasınlar? -Bize de öyle geldi. Eve girip bakacağım. Bilginiz olsun. -Aman acele et Ahmet Ağabey. Biz de hemen geliyoruz. Yüreğimize kor düşmüştü bir anda... "Ya başlarına bir şey geldiyse?" diyorduk. "Ya dumandan zehirlendilerse?" O mesafe bitmek bilmiyordu. Hatıraları film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden: "Bizi ancak ölüm ayırır hanım" derdi dedem. Bayram günleri el öpmek için doluştuğumuz mütevazı evlerinde günümüzün moda takımları, jaluzi perdeleri, plazma televizyon, bilgisayar falan yoktu ama hepimize yetecek kadar sevgi ve muhabbet vardı. Bir yastıkta kırk yıl şarkısını ben hep onların bitmeyen sevgilerine armağan ederdim. Aralarındaki bu sevgi sürüp gitmişti yıllar yılı. Sekseni devirmişti ikisi de... Mahallede de herkesin saygı duyduğu iki insandı. Dedemlerde doğalgaz yoktu. Soba yakıyorlardı. Evlerinin önüne geldiğimizde, ambulansla birlikte kalabalığı görünce ağlamaya başladım. Mutlaka zehirlenmişlerdi. "Allah'ım inşallah ölmemişlerdir" "Ahmet Ağabeyler yetişmiştir inşallah" Eve geldiğimizde görevliler ağzı kapalı bir ceset torbasını ambulansa taşıyordu. Anneannemin cansız bedeniydi bu. Feryat figan kâr eder mi? Gideni geri getirir mi? -Ya dedem? Dedem nerede? -Çok şükür o henüz ölmemiş. Onu acil hastaneye yetiştirdiler. Ağlamamız biricik anneannemi geri getirmeyecekti ama gözyaşlarımıza söz dinletemiyorduk. Dedemler o gün de her akşamki gibi evlerine çekilmişler. Ama ertesi sabah her zamanki gibi su almak için bahçeye çıkmamışlar. Bir de evden siyah dumanlar çıktığını görünce komşular telaşlanmış. Tabii hemen kapıyı çalmayı pek münasip bulmamışlar. Oysa o sıralarda evde anneannemle dedem zehirlenmekteymiş. Ah alın yazısı... Ne kadar enteresansın sen... Ah ölüm... Ne kadar anlaşılmaz bir gerçeksin... Aslında anneannem sabah namazına uyanmış. Abdest alıp namaza bile durmuş. Ama demek ki gece mahmurluğuyla olsa gerek evdeki karbonmonoksit gazını hissedememiş ciğerlerine çekerken... Dedem ise henüz yatağından kalkmamış. Kim bilir belki "biraz sonra kalkarım" rehavetinde imiş. O da yatakta solumuş karbonmonoksiti, hiç farkında olmadan. Biricik anneannem benim. O sabah son sabah namazına kalktığını biliyor muydu acaba? Bu fani âlemden ebedi âleme göçerken, yüzünde bembeyaz tülbendi, tesbihiyle birlikte tertemiz seccadesinin üzerinde... Abdestli olarak teslimi ruh eylemek bir farklı duyguydu. Belki bir nasip meselesi... Bilemiyoruz... Ama o, namaz için başını koyduğu secdeden bir daha başını kaldırmaya takat getirememiş. Onun alın yazısında Rabbine kavuşma anı bir secde anıymış. Sevgili anneanneciğim, sabah erken saatlerde kapısı çalınmış olsa belki de zehirlenmekten kurtulacaktı. Ama kaderi öyle yazılmıştı. Savcılık soruşturmaları, yapılan inceleme elbette resmi formaliteden ibaretti. Geriye sevgili dedemin söylediği söz kalıyordu: "Bizi ancak ölüm ayırır" Gerçekten öyle olmuştu. Elli yıllık evliliğinde dedemle anneannemi ancak ölüm ayırmıştı. O sabah sobadan çıkan karbonmonoksit gazı elli yıllık âşıkları birbirinden ayırmıştı. Biz hiç olmazsa dedemin kurtulduğuna seviniyorduk. Ama dedem hiç sevinemiyordu. Gözlerinden süzülen damlaları silerek "ben onsuz ne yaparım" diyordu. Öyle ki "Onunla birlikte son nefesimi verseydim" der gibi üzgündü. S.Yılmaz-Bursa Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.