Nasıl itiraz edememiştik?

A -
A +

Sivas'ın çetin geçen kışlarından birini daha yaşıyorduk... Daha çocukluk yıllarımdı... 1973 yılının 22 Aralık Cumartesi günü... Yani 12 yaşımdan bir hafta almışım. O zamanlar resmi kurumlar cumartesi öğleye kadar çalışırdı. Ne olduysa şimdi cumartesi günleri de tatil yapıyorlar. Neyse rahmetli babam işten gelince öğleden sonra beraber çarşıya çıktık. Nasıl heyecanlıyım anlatamam. Çünkü ayağımdaki kara lastikler artık iyice eskimiş, delinmiş yırtılmaya başlamıştı. Dolayısıyla babam bana ayakkabı alacak. Şimdiki çocuklara göre ayakkabı almak sıradan bir şey gibi gelebilir. Ama bize göre sanki yeni bir otomobil almak kadar önemliydi ayakkabı almak. Hele de kara lastiği kenara atıp iskarpin giyebilmek var ya... Şöyle kaldırımda yürürken gıcır gıcır ses çıkarttığında keyiften dört köşe olurdunuz. Ben de babamdan bu sefer iskarpin almasını istiyorum. Peki oğlum dedi, kabul etti. Mekânı Cennet olsun bana ayrı bir sevgisi vardı. Beni hiç kıramazdı. Amma evdeki hesap çarşıya uyacak mıydı? Gönlümde iskarpin olsa da giymek nasip olacak mıydı? O yıllarda herkesin özel otomobili mi olurdu? Bırakın otomobili öyle belediye otobüsleri bile belirli saatlerde çalışırdı. Halk da zaten genellikle yürüyerek giderdi gideceği yere... Biz de babamla birlikte yürüye yürüye vardık çarşıya. Çarşı dediğiniz yer ne ki? Ufacık bir yer. Herkes birbirini tanıyor. Herkesin müşterisi belli, satın aldığı belli. Bizim de ayakkabı işlerini hallettiğimiz bir Selahattin Amca var. Babam iyi tanışıyor. Dolayısıyla şöyle mağaza mağaza gezelim de ayakkabı beğenelim diye bir lüksümüz olamaz. Selahattin Amca'nın mağazasında ne varsa o... Bugüne kıyasla baraka türündeki mağazaydı ayakkabıcının dükkânı... İçeri girerken kalbimin heyecandan hızlı atmaya başladığını hissediyordum. Öyle ya iskarpin alacaktık. Bağcıklı iskarpinlerden denemeye başladım. Yüreğim küt küt atıyor. Ayakkabıları giymeye giyiyorum ama bağcıklarını bağlamayı bile beceremiyorum. O esnada bir şey dikkatimi çekti. Biz büyük bir telaş ve dikkatle iskarpin ayakkabı beğenmeye çalışırken, dükkân sahibi Selahattin Amca masasında duruyordu. Karşısında da iri cüsseli, siyah gür sakallı bir ihtiyar oturuyor, sohbet ediyorlardı. İhtiyar dediysem 50 yaşlarında falan. Bu zat bir taraftan bana bakıyor, gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Bir süre seyrettikten sonra yanına çağırdı. - Evladım ayakkabı mı alacaksın? - Evet. - Baban sana bir mest bir de lastik alsın, namazlarını rahat kılarsın olmaz mı? - Peki dede. Ama bu nasıl olmuştu? Denemekte olduğum iskarpin bile ayağımdaydı. Nasıl itiraz etmemiştik. Nasıl munis bir şekilde "peki" demiştim? Babam nasıl ses çıkartmamıştı? Nasıl da o ihtiyarın bir sözüyle sanki mest lastik almaya gelmiş gibi davranmıştık hâlâ anlayabilmiş değilim. Babam da ben de hiç bir şey demeden, o zatın bir sözüyle, bir mest ile bir de mest lastiği alıp mağazadan ayrıldık. Rahmetli babam bu işe oldukça sevinmişti. Bana bütün namaz surelerini ve duaları öğretmiş, Kur'an-ı kerim için yazları, yakın köylümüz bir hocadan kurs aldırmıştı. Ama beş vakit namaza henüz başlamamıştım. Eve geldik. Rahmetli annem de bu işe sevinmişti. Ertesi gün pazar sabahından itibaren namaza başladım. Elhamdülillah bugüne kadar bilerek kazaya bıraktığım olmamıştır. Rahmetli babam daha sonra bu yaşadığımızı anlatırken diyordu ki: -Sivas o zamanlar çok küçüktü. O ihtiyarı ben daha önce hiç görmemiştim. Allah bilir ya belki de Hızır aleyhisselamdı idi. Yoksa sözü bu kadar etkili olabilir miydi? Muzaffer İşcan-Sivas > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.