“Beni bunun için mi çağırdınız?”

A -
A +
“Kaldık silah çeken öğretmenle ikimiz. O da hastalandı. Yataktan kalkamıyordu!..”
 
Köy muhtarının bu cevabı karşısında hiçbir şey diyemediler. O zaman anladık ki, öğretmenlere köylüler üç öğün, sıra ile yemek veriyorlarmış. Muhtar:
“Size hiç yemek verdirmem, ne yaparsanız yapın” dedi.
Hepimiz şaşırmıştık. Arkadaşlar “muhtarım biz anlaşırız, bir sıkıntı olmaz” demeye başladılar. “Beni bunun için mi çağırdınız, yazıklar olsun size! Bırakın hocam içki içmesin, namazını kılsın” deyip gitti. Köylüler de hepsi gittiler.
Biz yine baş başa kalmıştık. Hiç konuşmuyorduk. Silah çeken arkadaş “sen burada” öbür arkadaşa da “sen de burada yat” dedi.
“Peki” dedik. Yine konuşmaya başladı:
“Akşamları ikiniz de sırayla Sosyalizmin alfabesini bize anlatacaksınız” dedi.
“Hocam ben Sosyalizmin alfabesini bilmem, anlatamam da” dedim. “Önce biliyorsan sen bir açıkla” dedim.
“Hayır bulacaksın, okuyacaksın, anlatacaksın” dedi.
Yine kesinlikle “anlatmam, anlatamam da” dedim. Bu kez silah falan da çekmedi. Konu öylece kapandı.
Köyümüzde elektrik yoktu. Gaz lambası kullanıyorduk. O zamanlar yokluk zamanlarıydı. Çay, şeker, gaz yağı bile yoktu. Lambada mazot kullanıyorduk. Okulda 120 öğrencimiz vardı. Köyde ikili öğretim yapıyorduk. Akşamları konuşuyor, sohbet ediyorduk ama yine de samimi değildik. Zaman geçiyordu.
Aralık ayı başında bizden bir yıl önce gelen öğretmen tayin yaptırıp gitti. Üç kişi kalmıştık. Aralık sonunda da benden bir gün önce gelen öğretmen yılbaşı tatili için gitmişti, bir daha gelmedi. Ne olduğunu da bilemiyorduk.
Kaldık silah çeken öğretmenle ikimiz. O da hastalandı. Okul Müdürlüğünü de bana devretmişti. Yataktan kalkamıyordu. Sürekli yatıyordu. Ocak sonu olmuştu.
Yılbaşı tatiline giden arkadaş gelmemişti. Müdür arkadaşın hastalığı ise çok ağırlaşmıştı. Yol yok, her taraf karla kaplı. Arkadaşa:
“Hocam dedim, gel seni Çetinkaya’ya kadar götüreyim, yavaş yavaş gideriz” dedim.
Ertesi gün erkenden yola çıktık. Arkadaşın yürümeye takati yoktu. Çok zor gidebiliyordu. Bu arkadaşı tam dört saat sırtımda, omuzumda Çetinkaya’ya kadar taşıdım.
Bu arkadaş bana “içki içeceksin, namaz kılmayacaksın” diye silah çeken arkadaştı.

Giderken her yüzüne baktığımda hep ağlıyordu. “Üzeyir Hocam, sana yaptıklarımdan utanıyorum” diyordu. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.