“Üstüne düşmedik vazifeye karışma!”

A -
A +
Ragıp Baba, bir ah çekerek başladı anlatmaya: “Ben daha on yaşındayken öksüz kalmış biriyim..."
 
Ragıp Baba, o yaşına rağmen o kadar hızlı bir şekilde elinde kocaman bir merdivenle geri döndü. Bir elinde de kocaman uzun demir çubuklar vardı. Yirmilik delikanlı gibi yukarıya çatıya çıktı. Ve benim bir matematik problemini çözeceğim kadar kısa zamanda bacayı temizledi ve aşağı iniverdi. Sonra bana ne dese beğenirsiniz?
“Ah be evladım baharda senin bacada leylekler yuva yapmıştı. Onların yaptıkları yuvadan taşanlar senin bacayı tıkamış. Ben bacayı açtım, artık sobanı yakabilirsin...”
Ragıp Baba’nın yine emeğinin karşılığını vermek istedim ama bunu söylemeye utandım. Ama benim de içimde ukde kalıyordu. Bu iyi insanlara sadece kuru bir teşekkür mü etmeliydim?
Pazardan kestane almıştım. Ben de Ragıp Baba’yı ailecek çay içip kestane yemeye davet ettim.
“Yengen gelemez Öğretmen Bey evladım. Ama onu bir koşu rahat ettireyim sonra gelip senin bir bardak teşekkür çayını içerim...”
Ben hemen mutfağa gidip çay suyunu koydum, sobayı yaktım. Gürül gürül yanan sobanın üzerine mis gibi kestaneleri üzerlerine çizik atarak dizdim. Yarım saat sonra Ragıp Baba elinde bir poşet çıra ile geri geldi. Yine şaşırmıştım:
“Niye zahmet ettin, Ragıp Baba, benim çıram vardı” dedim.
“Evladım çıra öyle sıradan bir şey değildir. Çok önemlidir” dedi. Sonra da birden kederlenir gibi söylendi:
“Bilesin ki bu çıra sobayı da yakar, ama beni de yakar!”
Çayları doldurmaya başlamıştım ama onun çıra ile ilgili sözleri merakımı çekmişti.
Acaba sorsa mıydım? Ama babam bana küçükken bir masal anlatmıştı ve o masalda üç öğütten birini şöyle demişti: “Üstüne düşmedik vazifeye karışma!”
Sormadım hâliyle… Kestaneleri tabaklara paylaştırırken bu soruyu sorup sormamak için kendimle mücadele ederken bir de baktım ki Ragıp Baba başka âlemlere çoktan dalıp gitmiş bile. Bu defa dayanamadım. Başka bir şekilde hâl hatırını sordum:
“Ragıp Baba senin bir derdin mi var? Bak kestanelere elini bile sürmedin. Yoksa seni alıp götüren şu çıra mıydı?.."
Durdu… Anlatıp anlatmamakta kararsız kaldığı belli oluyordu. Ama benim merak ettiğim kadar onun da benimle bu konuyu paylaşmak için can attığı belliydi.
Derken bir ah çekerek başladı anlatmaya:

“Öğretmen Bey evladım… Ben daha on yaşındayken öksüz kalmış biriyim. Babam öldüğünde annem ile beraber bu kasabaya bağlı bir dağ köyünde yapayalnız ve garip kalmıştık... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.