İlk gezi ilk heyecanım!..

A -
A +
“Günlerce bugüne hazırlandık. Annelerimiz keteler, börekler, çörekler pişirmiş, yumurta haşlamışlardı...”
 
1953 senesinde Erzurum'un kervan geçmez, kuş konmaz bir dağ köyünde dünyaya gelmişim. Doğum günümü anneme, babama ve diğer yakınlarıma sorduğumda tam sağlıklı malumat (bilgi) alamadım. “Bahar mıydı, güz müydü, Koçayı mı, Gücük mü, yoksa Zemheri miydi ne?” diye bütün mevsimleri, ayları sayıyorlar lakin tam emin oldukları bir tarih söyleyemiyorlardı.
Babamın imamlık yaptığı köyde ilkokula başladım. İlkokul ikinci sınıfa gidiyorum. Hiç unutmadığım bir şey oldu.
Uzun kış günlerini geride bırakmıştık. Hasretle beklediğimiz baharla birlikte bizler de keyifleniyorduk. Karlar, billurdan damlacıklar oluşturarak eriyor, dereler, çaylar şelaleler oluşturarak coşuyor, uçsuz bucaksız çayırlar sarı mayıs çiçekleriyle donanıyordu.
Bir haber geldi: "Gezimiz var..."
Komşu köyün okuluyla Karagöl denilen yerde buluşup dostluk, kardeşlik, arkadaşlık hislerimizi, duygularımızı geliştirecektik.
Günlerce bugüne hazırlandık. Annelerimiz keteler, börekler, çörekler pişirmiş, yumurta haşlamışlardı. Sabahtan beri minik ellerimizde yiyecek çıkınlarımız, gruplar hâlinde yürüyorduk. Düşe kalka geçtiğimiz sarp keçi yolları bazen sel yarıkları içinde kayboluyor, bazen yemyeşil çayırlarda devam ediyordu... Kılavuzumuz köyün bekçisi Ali Dayıydı. Vakit vakit pamuk yumağı bir bulutun gölgesinde, bazen sıcağı beynimize işleyen güneşin altında ilerliyorduk.
Gerçi alışıktık bu hayata. Bize hiç zor gelmiyordu. Hafif esen rüzgâr da olmasa terden sırılsıklam olacaktık. Nihayetsiz mor bir kubbeyi andıran dumanlı gökyüzünden sonsuzluğun geçmiş saatlerini hatırlatan kuş cıvıltıları, anlamsız çocuk seslerine karışıyor, bazı çocukça çığlıklar karşı yamaçlarda yankılanıyordu. İçimiz kıpır kıpır olsa da iyice yorulmuştuk. Omuzumdaki çıkın gittikçe ağırlaşıyordu. Kendi kendime:
“Keşke biraz dinlensek” dedim.
Çok sessiz söylenmeme rağmen sınıf öğretmenim duymuş olmalı ki gülümsedi. Zeytuni, kıvırcık saçlı çehresi pembeleşti:
- Ne o Ragıp yoruldun mu, diye sordu.
Sırtında bu kadar talebenin sorumluluğunu taşıyan, pek sevip saydığım bu genç öğretmene yorgunluğumu söyleyemedim. Başımı öne eğdim.

-Biraz daha gayret! Tepenin başına bir çıkalım, oradan öte Karagöl'e kadar yol düzdür, iniş yokuş yoktur, dedi. Saati tam bilmiyorum, bir müddet daha yokuş yukarı tırmandık... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.