“Bile bile nasıl yalan söylerim?"

A -
A +
“Haysiyetim yerle bir olmuştu. Ama beni asıl üzen yalan söylemek zorunda bırakılışımdı...”
 
 
Üçüncü hafta da olmuş adamların parasını ödememiştik. "Bu haftayı da atlatırsan senin bu işi başaracağına inanacağım" diyordu.
Sahtekârlıkla başarmanın ne alakası vardı anlamıyordum?!.
Benim Ahmet Bey yanında haysiyetim yerle bir olmuştu. Üçüncü hafta geldiğinde ödeme yine çıkmadı.
Tabii adam bu kez beni sıfırlayan bir üslup ve öfkeyle: “Seninle bu iş olmayacak arkadaşım. Sen beni müdürüne aktarır mısın?” dedi.
Aslında ben de artık bu hâle gelmesini istiyordum. Hemen müdürüme durumu ilettim. “Bağla!” dedi.
Telefonu aktardım. Ama bakalım müdürüm ne konuşacak diye merak ederek ben de müdürümün odasına gittim.
Elinde havlu, abdest hazırlığındaydı. Karşı tarafın dert yanarak beni şikâyet ettiği belliydi. Müdürüm ise durumdan ilk defa haberdar oluyormuş gibi davranıyordu. Telefonda “cık cık” çekiyor ve “hiç olur mu öyle şey!” gibi onunla hemfikir oluyor ve benim âdeta yetersizliğimi(!) onaylar tarzda karşı tarafı sakinleştiriyordu. Sonunda şunu söyledi telefonda Ahmet Beye:
“Tamam, onu görevden aldım. Artık onunla muhatap olmayacaksınız. Haftaya ödemenizi bizzat ben çıkarttıracağım” diyerek telefonu kapattı.
Ben hayretten ağzım açık ve bir o kadar da şaşkın ve üzgün müdürüme baktım. Göz göze geldiğimizde kurnaz bir gülümseme yaparak:
“Gördün mü bak!” dedi. “Bir taktik ile adamı dört hafta salladık. Müessesenin parası dört hafta kasada kaldı...”
Benim sıfırlanışımı, verilen sözün hatırını, yalan söylemenin vebalini, bir elemanın piyasadaki itibarının bitirilişini hiç hesaba katmıyordu. 
Makamına olan bağlılığımı bu derece basit ve süfli bir taktik için istismar edişine çok kırıldım. Çok geçmedi, oradan ayrıldım...
Aradan yıllar geçti. Öğrendim ki kendisinin de ne müessesiyle ne müdürlükle alakası kalmış. Kıvrak zekâsı(!) ve kurnazlığı onu orada tutmaya yetmemiş. Çünkü üzerinde ah vardı. Kalbim kırılmıştı?
Bir kere daha şahit olmuştum ki, riyakârlıkla samimiyet arasında ince bir çizgi vardı...
Yıllar sonra o Ahmet Bey ile iki ortak dostun da bulunduğu bir yemekte bir araya geldik iyi mi? Belki yirmi sene sonra… O yine kibar üslubuyla herkesle merhabalaştı. Yemeğe geçtik. Laf lafı açtığında kendisine bu yaşadığımı anlatarak hakkını helal etmesini istediğimde “helal olsun” derken öte taraftan da çok şaşırmıştı…
         Emin Ceylan-İstanbul
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.