Rüzgâr kapıyı çarpınca...

A -
A +
“Kapı arkamdan öyle bir çarptı ve kapandı ki şaştım kaldım. O hâlde kaldım kapı önünde...”
 
 
1992 senesiydi. Sıcak bir yaz günüydü. Akşama bir buçuk saat vardı. Eve gelir gelmez, duşa girdim. Bu arada bir arkadaşla da kavilleşmiş yani randevulaşmıştık. Evde buluşup, beraber bir davete gidecektik. Duştan çıkıp o gelene kadar ikindiyi eda edecektim... Duşta tam başımı köpürtmüştüm ki, zil çaldı. Beni aldı bir telaş. Alelacele abdestimi alıp duştan çıkarken, o telaşla bornoz yerine belden aşağısını örtecek, büyük bir havluyu belime peştamal gibi sarıp kapıya koştum. Açtım ama kimse yok! “Tüh geciktim, arkadaş da beklemedi gitti galiba” derken… Asansörün kattan aşağı hareket ettiğini fark ettim.  Zannettim ki, arkadaş asansörde… Ona sesimi duyurmak için, gayriihtiyari bir adım dışarı çıktım… Eyvah! Kapı arkamdan öyle bir çarptı ve kapandı ki şaştım kaldım. Rüzgâr kapıyı kapattı ve o hâlde kaldım kapı önünde…
Artık asansöre binip giden arkadaştan vazgeçip kendi derdime düştüm… Abdest mevcut ama vakit mahdut yani sınırlı, akşam ezanı yakın. Üzerimde anahtar yok, telefon yok.
Kapı önünde ne yapsam da ikindi namazımı kılabilsem. Önce bir seccade yerine temiz bir şey bulmam lazım. Belden yukarısı açık, takke yok, çorap yok, olur mu? “Bu durumda farzı yerine getireyim” dedim. Hanım hangi komşuda, ne zaman gelir meçhul? O vaziyette aynı kattaki diğer komşulara da, kapıyı çalıp soramıyorum. En iyisi kapı önünde namazı kılmak… İyi ki o an katta kimse yok. Komşuların kapı önlerini yokladım. Çok şükür, küçük bir karton boş kutu buldum. Kutuyu açtım, seccade gibi oldu. Kıbleye serdim, kimse görmeden ikindi namazımı o hâlimle kazaya bırakmadan eda ettim.
Sonra kutunun yarısını altıma minder yapıp yarısını da başıma örtü yapıp kapı önünde oturdum:
“Yahu hanım, neredesin, çabuk gel. Kimse görmeden içeri bir girebilsem!..”
O hâlde bir saat kadar bekledim. Neyse ki hanım çıkageldi. O da şaşkın bana ne olduğunu soruyor. “Hele çabuk kapıyı aç. Sorma başıma neler geldi?” dedim.
Akşam ezanları okunuyordu. İşte şu soru, her şeye değerdi:
“Peki ne yaptın, ikindi namazını kılamadın mı? Geçti mi yoksa?”
Ben saklamıştım, bu kısmını söylememiştim. Ama o sorunca mecburen söyledim. Artık gülmekten krize girdi, zor kendine geldi. Güzel bir akşam yemeğini hak etmiştik. İnşallah Cenab-ı Hakk ecrinden geri koymaz...
            Mevlüt Yavuz-Adana
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.