Öğretmen mi veteriner mi?

A -
A +
İneğim doğum yapamıyor; ölmek üzere. Hoca yetiş! Hoca ne olur, yetiş!”
 
Siirt’in Baykan ilçesinin Minar (Dilektepe) köyünde doğmuştu; Necmettin Çivilibal. 12 yaşında ilkokulu bitirince, 1950’li, 1960’lı yıllardaki tüm köylü çocukları gibi, Necmettin’in de gidebileceği tek bir okul vardı: 1940’larda Millî Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un açtıkları Köy Enstitülerinin devamı olan 6 yıllık öğretmen okulları.
Vardı, o yörede böyle bir okul. Dicle Köy Enstitüsü’nün devamı olan, Ergani’deki Dicle Öğretmen Okulu… Ancak bunun için yazılı ve sözlü iki sınavı kazanmak gerekiyordu.
Zeki ve yetenekli bir çocuktu Necmettin. Öğretmeni Kasım Aytekin’in de teşvikiyle girdiği her iki sınavı da kazanıp Dicle Öğretmen Okulunda yatılı okuma hakkını elde etmişti.
1958’de... Böylece, binlerce Güneydoğulu köy çocuğunun hayatını değiştiren Dicle, Necmettin’in de hayatını değiştirecekti…
Dicle’de öğrencileriyle bir kardeş, bir arkadaş gibi ilgilenen öğretmenler de vardı; asık yüzlü, eli sopalılar da... Güler yüzlü, anlayışlı, dersini sevdiren, örnek olarak Matematik Öğretmeni Rıza Vural gibi bir öğretmen olmayı hayal ederdi hep.
Unutamadığı bir sınıf arkadaşı daha vardı; adı Müslüm... O da müthiş bir müzik yeteneğine sahipti ama diğer derslerde not alamadığı için elenmişti.
Dahası vardır o dönemlerde "konfeksiyon tipi" eğitim sistemi ile zayi ettiğimiz ülkemizin gençleriyle ilgili örnek verir:
“1958’de 60 öğrenci girmiştik biz Dicle’ye. Altı yıl sonra 1964’te, 60 arkadaşımdan yalnızca 18’i diploma alabildi. Geri kalan 42 öğrenci ne mi oldu? Bir kısmı, 'okuyamaz' belgesiyle okuldan kovuldu. Bu felakete uğramayanların çoğu da bir-iki dersten başarısız diye sınıfta bırakıldı. Yani yaklaşık %70’imiz elenmiş oldu ki, bu çok yüksek bir oran değil mi?”
Gerçekten de çok yüksek bir orandı bu. Yazık değil miydi, halkımızın dişinden tırnağından artırarak ödediği vergilerle yapılan onca masrafa?
Dicle’yi bitirince Konya’nın Kulu ilçesinin bir köyüne atanmıştı; çiçeği burnunda genç bir öğretmen olarak. Henüz üç-beş gün geçmişti ki köye geleli, bir gece yarısı, alacaklısı gelmiş gibi vuruldu evinin kapısı. Merakla koşup açtı kapıyı. Karşısındaki köylü, merhaba bile demeden:
“İneğim doğum yapamıyor; ölmek üzere. Hoca yetiş! Hoca ne olur, yetiş!” diye yalvarıyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.