“Sen üşümüyor musun?”

A -
A +
“Ama minik simitçinin yüzünü yalayıp geçen bir sevinç ifadesini de bakışlarım yakaladı”
 
Hava buz gibiydi o sabah… Rüzgâr âdeta bir yılan gibi sokuyordu insanı… Sıcacık odamın, buğusunu sildiğim penceresinden dışarıdaki manzarayı seyretmekteydim. Soğuk sokağın sıcacık düşlerinin battaniyesine sarılarak, hülyalara dalmanın güzelliği bir başkaydı. Donmakta olan ellerini ağzına tutup nefesinin sıcaklığında ısıtmak isterken, dağılan dikkati sonucu iki ayağı birden altından çekiliveren insanların düşüşlerine gülmek...
Tam bu hayallere dalmıştım ki sıcacık odamda, sımsıcak düşlerimin kucağından annemin sesi duyuldu:
-Evlâdım, haydi bir koşu fırından iki tane taze ekmek alıver...
İşte, düşlerin ölümü, hayâllerin yerle yeksan olmasıydı bu... Sabahın erken saatinde sıcacık odayı bırakıp da bu tenha sokaklara çıkılır mıydı şimdi? Ama anne sözüne hayır denir miydi?.. Sıkıca giyindim. Kafamı, bir tek gözlerim dışarıda kalacak vaziyette atkımla sardım. İçim ürpererek sokağa çıktım... Dışarıda hükmeden sadece ayazdı. Bu manzara karşısında daha ilk rüzgâr gözlerimin yaşarmasına yetmiş de artmıştı. Ağzımı sardığım atkımın dokularının arasından süzülerek çıkan soluğum bir duman gibi gözlerimin önünü kapatıyor, nefesimin buharıyla ıslanan atkım her nefes alışta iyice soğuttuğu ıslak havayı ciğerlerime işletiyordu...
Fırına geldiğimde, yırtık pantolonunun küçük ceplerine zorlukla sokabildiği ellerinin dışarıda kalan kısmı mosmor; kenarları patlak ayakkabılarının içine bastırarak soktuğu çoraplarıyla, bir hayli kısalmış pantolonunun arasında açık kalan bacakları da mosmor; küçülmüş eski ceketinin kaldırdığı yakasının-gizleyemediği yüzü yine mosmor bir çocuk bekliyordu... “Merhaba” dedim. Yerinde sallanarak sadece güldü. Merak etmiştim. "Bu soğukta ne bekliyorsun?" "Simit" dedi. "Ne için bekliyorsun yemek için mi?" diye sordum. "Şey, satmak için..." dedi. "Peki, ne diye bekliyorsun, girip alsana..." dedim. "Onlar hazırlayıp verecekler..." dedi. "Böyle üşümüyor musun?" diye sordum. Omuz silkerek es geçti soruyu. İki yana açtığı ayaklarının üzerine yaylanarak yaptığı harekete baktım... Bu hem ısınmak için yapılan istem dışı bir hareket, hem bir sabırsızlığın harekete dönüşen beden diliydi. Başımdan çıkardığım atkımı, bir şey demeden onun başına sardım. Bir şey demedi. Sallanmasına devam etti. Ama yüzünü yalayıp geçen bir sevinç ifadesini de bakışlarım yakalamıştı. Ekmeğimi aldım, ayrılmadan küçük simitçiye veda etmek istedim.
-Allah’a ısmarladık. Hayırlı işler...
Yine sadece güldü ve başını salladı... Havada öyle üşüyecek bir soğukluk yoktu. Bir eşarp yetiyordu. Ağır-ağır eve yürüdüm...
           Özlem G.-İstanbul
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.