Manavgat tamam da Altınbeşik ne?

A -
A +
 “Öyle ya, kim alıp gelecekti o altın beşiği? Nerede öyle yiğit; nerede öyle kahraman!..”   Yıllar yılı, ben ona bakıp durdum uzaktan, o da bana… Gelemezdi; gelemezdi de o bana, ben de gitmeye cesaret edemezdim onun yanına.     “Bir engel mi vardı?” diyeceksiniz. Evet, önemli bir engel vardı. “Ne biçim engelmiş ki bu, yıllarca aşılamayan” demeniz normal. Nereden bileceksiniz, engelin ne olduğunu. Söylemedim ki henüz. En iyisi, baştan anlatayım; bu hikâyeyi ben: Toros sıradağlarının bir yamacına kurulmuş Akseki ilçesinin, yaya olarak dört saat batısındadır; doğup büyüdüğüm köy. Sonradan Menteşbey dense de Gödene’dir tarihsel adı. Yüzyıllar, bin yıllar önce Kale dediğimiz bir dağın tepesine kurulmuşken, altı-yedi dağın çevrelediği bir çukura inmiş sonraları. Köyümüz çocuğu İhsan Özel öğretmen, her bahar köyün batısındaki “Hıdrellez” denen tepeye pikniğe götürürdü; tüm öğrencilerini. Kale’nin arkasından bir ırmak geçtiğini duyar bilirdim de, ilkokul birinci sınıftayken, İhsan Özel öğretmenimiz, Hıdırellez’e götürdüğü güne dek o ırmağı görmemiştim. İki dik dağ arasında, derin bir vadiden yeşil bir ejderha gibi akıp gidiyordu; deli deli. Ağzım açık, şaşkın ve hayranlıkla bakakalmışım epey bir süre… Uzaktan da olsa, bir ırmak görüyordum; ilk kez. Dağlarda yankılanan sesi bize kadar geliyordu. “İşte o gördüğünüz akarsu, Manavgat Irmağıdır” dedi; öğretmenimiz. Irmağın öte yanındaki dağın tepeye yakın yamacında da bir köy vardı. Sonradan Ürünlü olarak değiştirilen o köyün adı, o yıllarda Unulla idi. Gödene ve Unulla köyleri, birbirine çok yakın olmasına rağmen, aralarından geçen ırmak izin vermediği için, ne biz oraya giderdik, ne onlar bize gelirdi. Dolayısıyla, tanıyıp bildiğimiz hiç kimse yoktu; karşı köyden. Merak ettiğim ırmakla tanışmıştım sonunda. Güzeldi bu, güzeldi de… “Altınbeşik” neredeydi? “Altınbeşik ne demek? Kim yapmış altından beşiği? Varsa bile öyle bir şey, oralarda ne gezer?” değil mi ya! Bunu açıklamalıyım size: Manavgat Irmağı’nın Unulla yakasında derin bir mağara varmış. Mağaranın ırmağa yakın ve ırmağa bakan ağzından kışın ve ilkbaharda beş-on insan beli kalınlığında su akarmış. Ve bu mağarada altın bir beşik varmış. İyi de, kim girecek, ağzından böylesine güçlü su akan bu mağaraya? Kim alıp gelecek o altın beşiği? Nerede öyle yiğit; nerede öyle kahraman! “İşte, Altınbeşik karşıda!” diye gösterdi; üst sınıflarda olan ağabey ve ablalar. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.