Gazeteci olmak zordur

A -
A +

İki yıldan beri elimize geçen birçok fırsatın farkında bile olmadığımızı belirten Demirkent, tabii afet dolayısıyla insanların ilgisini çekmemizi bile değerlendiremedik diyor ve ekliyordu: "En basitinden şunu söyleyeyim, depremden sonra Clinton'ın Türkiye'ye gelmesi bile bizim tanıtımımız için bulunmaz fırsattı. Efes'te Clinton'ın resmini çekebilmek için insanlar milyarlar ödüyorlar. Dünyanın dört bir yanından fotoğrafçı getiriyorlar. Onun reklamını yapmak için, yayınlamak için para ödüyorlar. Ama bütün bunlar bizim için sıfır kuruşa olmuştu. Adam bütün bunları bizim için bedava yaptı gitti. Hatta giderken bir de davetiyede bulundu. "İsrail'e gelen ABD'li turistlerin buraya gelmesini istiyorum" dedi. Türk turizmini tanıtmak buydu işte. Ceketini omuzuna attı. Orda dolaştı o kadar. Milyar dolarlar ödesek belki getiremezdik. Ama geldi, reklamımızı yaptı ve gitti. Ama bu reklamı da kullanamadık. Evinden ayrılmamıştı Deprem bölgesinde yaşadığını belirten Demirkent muhtemel bir depremle ilgili duygularını şöyle dile getirmişti: "Ben deprem bölgesinde yaşıyordum. Halen orada oturuyorum. Bu akşam da oraya gideceğim. Bu fay hattının 15 km ile 30 km mesafede olup olmamasının ne anlam taşıdığını bilmiyorum. O fay hattının tekrar kırılıp da yırtılma ihtimalini de... Ama bütün bunlara karşılık, bildiğim bir şey varsa o da şu. Deprem olacaksa benim kendimi koruma şansım sınırlı. Şu anda deprem olsa masanın altına girip de kendimi kurtarma şansım yok. Bunu biliyorum. Bu bir anlık olay. Kazara kurtarırım veya kurtaramam. Bunun önüne geçilemiyor. Zamanı belli değil. O zaman bunu kabul etmemiz lazım. Demek ki depremden mutazarrır olmayacak şekilde yaşamak lazım. Kendini rahatça eleştirebiliyordu Deprem bölgesi olan bir şehirde 18 katlı yaptırdığı bina için başkalarını değil kendini sorumlu tutmuştu. "Deprem konusunda herkes kendini hesaba çekmeli. İstanbul deprem bölgesi. Bu açıdan bakıldığında sorsalar bize, "Binamızın zemin etüdü yapıldı" deriz. Ama ne derece doğru? -Bu kadar yüksek bina yapmaya mecbur muydun? -Mecburdum. -Niye mecburdun? -Başka yer yoktu. -O zaman başka yerde yapsaydın. Örneğin ben... Dünyanın her yerinde yüzlerce matbaa binası biliyorum. Bunlar iki katlı üç katlı dört katlı binalar. Sekiz katlı değil. Ama ben 18 katlı yaptırmışım. O zaman bunun suçu bende. Herkes kendini buna göre sorgulamalı. Sonucuna da katlanmalı. Ölüm konusunda çok rahattı Ölüm korkusu içinde olan insanlara şaştığını belirten Demirkent şöyle diyordu: "Şimdi anlamadığım birşey var. Herkes panik içerisinde. Kardeşim neyin paniği içerisindesin? Yahu yürürken ayağın takılır düşersin. Önce bir kere "ölüm" diye bir olayın varlığını kabul et. Ölümün ne zaman geleceğini bilmediğini de... O zaman panik yapma!.. Bir insana her gün hasta dersen hasta olur. Her gün bir başka korkuyla yatıp kalkıyoruz. Oysa emr-i Hakk'ın ne zaman ve nerede vaki olacağını bilmiyoruz ki. Bundan kurtuluş da yok. Dediğim gibi deprem olmasına rağmen halen ben o bölgede yaşıyorum. Ama evim iki katlı. İki katlı bina çöker mi? Çökebilir elbet. Ecelim geldiyse çöker. Ecelim gelmediyse, 17 Ağustos'ta ölmediğim gibi, yaşamaya devam ederim. Bunun açık ve net izahı budur. Yalnız kaldıklarını söylerdi İnsanların çoğaldıkça yalnızlaştıklarını eski günlerden örnek verip iç geçirerek yorumlamıştı: "Eskiden gazeteci azdı. Herkes birbirini tanırdı. Şimdi ben Türkiye Gazetesine gitsem, toplasan 10 kişi ancak tanırım. Beni tanıyanların çoğu da ismen tanır. Ama Cağaloğlu'nda dar bir çevrede meslekteki insanlar arasında ister istemez bir dostluk vardı. Şöyle bir benzetme yapabiliriz. Ben küçük bir şehirde yaşadığım için, küçük şehirde herkes aşağı yukarı birbirini tanırken, büyük şehirde apartmandakiler bile birbirini tanımaz. Herkes tek başınadır. İşte şimdi medya o hale geldi. Artık yalnızlığı paylaşıyoruz. İlk muhabirliğini anlatmıştı:Ölen adamı gördün mü? Cağaloğlu'nda Son Saat gazetesinde çalışıyordum! Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4. sınıf talebesiydim. Son Saat gazetesi Nuruosmaniye Camii'nden aşağı 100-150 m mesafede bir yerdi. Polis muhabiriydim. Sabahleyin Sirkeci'den polis bültenini aldım. Orada yazıyor, diyor ki: "Nuruosmaniye Camii avlusunda bir ölü kişi bulundu. Gerekli işlemler yapıldı. "Ben de çok süratli bir şekilde geldim bunu yazdım. Yazıişlerine verdim. Biraz sonra gazetenin sahibi beni çağırdı dedi ki: -Ölen adamı gördün mü? -Görmedim. -Ama sen görmüş gibi yazıyorsun. "Emniyet bülteni böyle yazıyor" demiyorsun? Ardından yol gösterdi: -Kalk, şimdi şurdan Nuruosmaniye Camii'ne git. Adam orada mı değil mi gör. Gençlik haliyle, bu ikaza biraz bozulmuş olmakla birlikte kalktım gittim. Ceset halen oradaydı. Başında da bir polis bekliyor. Döndüm geldim. Gördüklerimi adamın eşkalini falan yazıp verdim. O da yetmemişti. Dedi ki: -Bundan sonra ne olacak? -? -Git onu da öğren. Mecburen gittim öğrendim. "Morga kaldırılacak, kimliğini tespite çalışıyorlar vs" diye sonucu da yazıp yeni haliyle teslim ettim. Bu, toplasan gazeteye sekiz satıra çıkan ufak bir haber. Ama işin aslı o değil. Bize gazeteci olarak bu terbiye aşılanmıştı. Neydi o? -Görmediğin şeyi, bilmediğin şeyi yazma". Yani "masa başı haber yazma" diye. Gazeteciliğin tarifi Ben kırk küsur yıldır gazetecilik yapıyorum. Göz altına alındım. Yargılandım. İdam cezasıyla yargılandım. Ama suç işlememeye gayret ettim ve işlemedim. Bir gazetecinin bazı etik kuralları vardır. Böyle olursa gazeteci saygın kimse olur. Bir gazetecinin sarhoş olmaya hakkı yoktur. Bir gazetecinin kavga etmeye hakkı yoktur. Bir gazetecinin bir yerde yüksek sesle konuşmaya dahi hakkı yoktur. Bazen olmuyor mu? Oluyor. İnsanlık halidir bazen olabilir. Ama bunları sürekli iş haline getiriyorsan o zaman yanlış yapıyorsunuz. Yani gazeteci ile toplum arasında tülbent kadar bir ayırım var. Patronluğu sevmiyordu Patronlukla ilgili duygularında çok samimiydi. "Ben mesleğe gerçek anlamda spor yazarı olarak başladım. Zaman zaman keşke spor yazarı olarak kalsaydım diyorum. Hâlâ sporla meşgulüm. Uzun yıllar işveren vekiliydim. Keşke mümkün olsa da yine işveren vekili olsaydım. Ben zoraki patron oldum. Ve ben patronluğu sevmiyorum. -Neden sevmiyorum? -Üzerinde büyük bir sorumluluk var. Binden fazla insanın maaşını vermen lazım. Onların özel durumlarıyla ilgilenmen lazım. Bunu temin etmeye mecbursun. Ve şunu da unutmaman lazım. Sen yalnız adamsın. O bakımdan hep diyorum, keşke patron olmasaydım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.